Dolar (USD)
34.45
Euro (EUR)
36.07
Gram Altın
3008.36
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
20 Nisan 2023

Ramazan'ın Son, Bizim İlk Günümüz!

Merhum Sezai Karakoç’un Kalbi’ndeki Ramazan:

“Oruç ayında gündüz daha gündüz, gece daha gece değil midir?

Güneş daha güneş, su daha su, toprak daha toprak, ay daha ay, yıldız daha yıldız, zaman daha zaman, mekân daha mekân, vücut daha vücut değil midir? Ve nihayet ruh, daha ruh değil midir?”

*

İşte geldik son güne…

Geriye dönüp bir bakalım:

Bu Ramazan, güneşe, suya, toprağa, aya, yıldıza, zamana, mekâna, vücuda, ruha bakışımızı nasıl etkiledi?

Kalbimiz bu Ramazan’dan ne kadar etkilendi?

*

Ben, epeyce kayıptayım dostlar!

Ah şu politika!

En “istikrarlı” denilen dönemlerde bile yılda bir, en iyi ihtimalle bir buçuk yılda bir sandık başına gidiyoruz!

Her Ramazan bir şekilde “politika”nın gölgesinde kalmış oluyor haliyle.

Bu sene büsbütün öyle oldu vaziyet.

Güzelim Ramazan, “tarihin en önemli seçimi”ne dair konuşmalarla, atışmalarla, çatışmalarla geçti…

Aday adaylığı sürecinde, her seçim genel seçim öncesinde olduğu gibi “gıybetler, iftiralar” havalarda uçuştu.

Politika bu:

Her türlü karalama kampanyasının, her türlü algı operasyonun, iftiranın “caiz” olduğu bir “inanç” modeli!

Amaca “hizmet” eden her yol “meşru”,

Neyin yanlış olduğu hiç de mühim değil.

Yeter ki amaca “hizmet” etsin!”

*

Biz bu Ramazan’ı, böyle bir atmosferde geçirdik.

Tarihteki en büyük depremlerden biri, memleketimizin kolunu kanadını kırmış, yüreğini paramparça etmiş…

Kadim medeniyetimizin incileri, güzelim şehirlerimiz adeta “yok” olmuş…

Ailesini, evini, barkını, varını yoğunu kaybetmiş milyonlarca insanımız var.

Deprem Bölgesi’nden kopup bizim buralara sığınmak mecburiyetinde kalan insanlarımızın bize bakan gözleri, ne kadar acı çektiklerini; kaybettikleri, ayrıldıkları yakınlarını ne kadar özlediklerini anlatıyor…

Birçokları, kendilerine hayırseverler tarafından tahsis edilen mekânlarda ne kadar kalabileceklerini, süreleri bittiğinde nerede oturabileceklerini düşünüyorlar kara kara…

Bizim de depremzede hısımlarımız var, güzel insanlar…

“Bundan sonrasına” dair dertleşiyoruz…

Memleketlerine dönmek mi, dönmemek mi?

Dönseler çarkı nasıl çevirecekler, dönmeseler buralarda “yeni bir hayat kurmak” kolay mı?

*

Başımızda çok büyük bir imtihan var ve acının, yıkımın ortasında seçim konuşuyoruz…

Ah öyle bir Türkiye olsaydı da…

Parti genel başkanları bir araya gelebilseydi…

“Şimdi seçimi meçimi düşünecek halde değiliz… Hep birlikte yaralarımızı saralım. Cumhurbaşkanlığı, milletvekilliği, belediye başkanlığı seçimlerini birleştirip, mesela bir yıl sonra yapalım!” mutabakatına varabilseydi…

Olmayacak şey!

Bu Ramazan’ı böyle bir atmosferde geçirmek varmış…

Büyük acıların ikinci, üçüncü plâna düştüğü…

İddiaların, iftiraların, karalama kampanyalarının havalarda uçuştuğu…

Bir seçim süreci daha.

Uzun yıllar boyunca “siyaseti takip ediyor” olmamızdan dolayı, misafir olduğumuz ekranlardan hep seçim yorumları yapıyoruz…

“İttifaklar, listeler” hakkındaki değerlendirmelerimiz soruluyor, seçimi hangi tarafın kazanacağını tahmin etmemiz isteniyor…

Okuyucularımızın, takipçilerimizin beklentileri de bu yönde.

Mesaj göndererek, arayarak, hatta gecenin ikisinde üçünde arayarak “günlük seçim değerlendirmesi” talep edenler var!

Dönüş yapmadıklarımız gönül koyuyor bize, her arayana, her mesaj atana mutlaka cevap vermeliymişiz…

Başkası yakışmazmış bize…

“Güzel kardeşim, biraz da kalbimi dinlemek istiyorum. Güneşe, suya, toprağa, aya, yıldıza, zamana, mekâna, vücuda, ruha bir başka bakmak istiyorum bu güzelim Ramazan boyunca…”

Yok, senin buna hakkın yok!

*

“Evi yanarken”, uzaklarda neler olup bittiğini anlamaya çalışan bir “şaşkın” gibi miyiz acaba?

Kalplerimiz tedaviye muhtaç.

Ne namazlarımızdan haz alabiliyoruz, ne de yaptığımız işlerden.

*

Vakit israfı felâket!

Memleket evlâtlarının büyük bir kısmı günde dört saatlerini sosyal medyada geçiriyormuş…

Yani, günün altıda birini.

Atmış senede 10 sene yapar bu!

Sosyal medya ile arası çok iyi olmayanların büyük bölümünde de televizyon hastalığı var.

Özellikle de sabahları kadın programları, akşamları saçma sapan diziler…

Onların da televizyon mesaileri günde 4 saatin altına düşmüyor, aynı hesap, atmış senede 10 sene.

Maçları yakından takip etmek gibi büyük dertleri olanlar da var, hem de ne kadar da çok!

Der ki Âşık:

“Gördüm iki kişi mezar eşiyor,

Gam, gasavet gelmiş boydan aşıyor,

Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor,

Gel de bu rüyayı yor deli gönül.

Mevlâm kanat vermiş uçamıyorsun,

Bu nefsin elinden kaçamıyorsun,

Ruhsatî dünyadan geçemiyorsun,

Toprak başına var deli gönül.”

*

Öyle değil mi?

Böyle bu dünya, çok yaşayan yüze kadar yaşıyor…

O kadar yaşayan da…

Devir yeni devir, son demlerini “huzurevleri”nde geçiriyor!

*

Bugün, Ramazan’ın son gününde olmanın burukluğuyla dertleştik sizlerle.

Eminim ki, “Ne yani, Ramazan diye dünyadan el etek mi çekecektik?” tepkisi gelmez sizlerden.

Geçen gün dedik ya;

İnancımızın dünyaya sırt dönmemizi istemediğini biliriz elbette.

Aksine…

Çalışmayı, helâlinden kazanmamızı teşvik ettiğini…

Ticareti teşvik ettiğini…

Allah rızası için İlimle, bilimle uğraşanlara cennet yollarını açtığını..

Maksadım, nefsime “Dünya işleriyle uğraşırken sakın ha ahretini unutma” derken, sizi şâhit tutmak.

Olur da dalarsam dünyaya, ahireti unuturcasına…

İkaz edersiniz beni…

*

Bugün Ramazan’ın son günü…

Bundan sonraki hayatımızın da ilk günü.

Bilemeyiz, belki hem ilk hem de son günü!

Rabbim ömür verirse…

“Her dem yeni doğarız” şuuruyla bir güzel başlangıç yapsak?

Yapsak da nasıl yapsak?

*

Müsaadenizle kalbime danışayım.