Ramazan'da ol(gunlaş)mak
Çağdaş dünyada her şey hızlandığı için olsa gerek, insanların hiçbir konuda beklemeye tahammülleri kalmamış gibidir. Bu durum geçmiş ile bugünü karşılaştırdığımızda iki ayrı insan profilinin gözümde canlanmasını sonuçlamaktadır. Premodern dönemde sükunetle yavaş yavaş yürüyen insan ile post/modern dönemde hızlı ayak ve baş hareketleri ile dolaşan insan.
Hiç şüphesiz
premodern dönemle modern dönem arasındaki tek fark hız değildir. Konumuz
bağlamında iki önemli farklılığa daha temas etmeliyiz. Birincisi, premodern
dönemde “Tanrı”nın merkeziliği çerçevesinde insanın kendisini değiştirmesi
başat anahtar kavram olacaktır. İkincisi de, buna bağlı olarak insanın
ol(gunlaş)mayı sağlamak üzere içine doğru derinleşmesidir ki, hayat boyu bir
eğitimi ihtiva etmektedir.
İnsan beden ve
ruhtan müteşekkil boyutları birbirini tamamlayıcı özelliğe sahip bütüncül bir
varlıktır. Bunun bir boyutuyla anlamı; beden ve ruh arasında dualistik bir
ilişki düzeneğinin olmamasıdır. Dolayısıyla ruh ve bedenin birbirini
destekleyerek bu bütünselliği koruması esastır. Bu esprinin kavranmadığı
durumlarda beden ve ruhun birbirinden bağımsızlaşarak insan arızaları
yarattığına dair mebzul örnekler sunulabilir.
Nitekim Batı
tarihi bunun örneklerinden birisini oluşturmaktadır. Beden-ruh düalizminin
yansıması sebebiyle “ruh”un yegane gerçeklik için adres olmasının ardından
Rönesans ile birlikte “beden” üzerine odaklanma öne geçmiştir. Bu bağlamda
modern dönemin kendisini refere ettiği kavram ise bedendir. Bugün beden üzerine
bu denli yoğun bir şekilde odaklanma ve beden üzerinde oynama buradan
kaynaklanmaktadır.
Hz. Peygamber
(SAV) döneminde “sürekli oruç tutma”, “gece sürekli namaz kılma” ve “evlenmeme”
üzerine pratik geliştirmek isteyen kişilere Hz. Muhammed’in “beden”e de
hakkının verilmesi yönündeki tavsiyesi, “beden”in iptali ile dindarlık arasında
ilişki kurulabildiğine dair bir örneği bize yansıtmaktadır.
Yukarıda
saydığımız “hız”, “beden”, “ruh”, “içsel ol(gunlaş)ma” gibi anahtar kavramlar
ekseninde bugünü düşündüğümüzde, bedene odaklanarak ruhu geri plana atmış ve
“hız”lıca sonuç almayı yaşam tarzı haline getirmiş bir profil karşımıza
çıkacaktır. Geçenlerde bir programda genç birisi ibadetler ve insanın içsel
olgunlaşması arasında kurulan ilişki karşısında, “bu kadar vaktim yok, ben hemen
herşeyde sonuç almalıyım” diyordu.
Dolayısıyla günümüzün
postmodern insanın Tanrı’ya ve tabiata uyumunu sorunsallaştırmakta, hayat boyu
devam edecek olan nefs eğitimini gereksiz görmekte ve aslında tüm dünyanın
kendi öznelliği etrafında şekillenmesini beklemektedir. Böyle bir mentaliteyle
dine yaklaşıldığında, doğrusu orada birçok işlevsiz ögeler bulunabilmektedir.
Dinler ve bu arada
özelde islam ise tüm ibadetleri kişinin en nihai anlamda içsel derinlik
kazanması için vazetmektedir. Günde beş vakit kılınan namaz, aslında aynı
eylemin basit bir tekrarı olmayıp insanın ol(gunlaş)masına yöneliktir. Hakeza
oruç da bedenin disipline edilerek ruhun olgunlaşması ve “heva”nın zaptu rapt
altına alınması demektir. Tüm bunlar ise bir ömür boyu süren bir eğitimdir aynı
zamanda.
Ramazan ayı oruç
ve onun aparatları (imsak, iftar, namaz vb.) dolayımıyla insana sunulan bir
ol(gunlaş)ma fırsatıdır. İçinde
yaşadığımız çağ, ruhtan koparılarak bağımsızlaştırılmış “beden”in kendi
egemenliğini insan üzerinde ilan ettiğinin göstergeleri ile doludur. Bu ise
günümüzde dünyanın niçin giderek ruhsuzlaştığını daha iyi anlatmaktadır. Dualizmin
kopardığı bedeni ruha tekrar bağlamalı; Ramazan ayını da “hedefi” ile
uyumlulaştırmalıyız.