Ramazan'da bırakalım
Sigarayı kastetmiyorum ama bırakmak isteyenler için iyi bir fırsat. Bir iki gün dişinizi sıkarsanız sigarayı çok rahat bırakırsınız Ramazan’da. Öyle abartıldığı kadar da zor değil. Merak etmeyin, sigarasız da yaşanıyor. Yok ille de ben bu mereti bırakmayacağım diyorsanız içmeye devam edin. Ne de olsa dünya nüfusu oldukça kalabalık, biraz eksiltilmeye ihtiyacı var! Küresel sigara şirketleri hem bizlerden topladığı paralarla daha da zengin oluyorlar. Ayrıca bu şirketlerin dünya nüfus planlamasına da ciddi katkıları var! Sigara içerek siz de bu planlamaya birer gönüllü kobay olabilirsiniz!
Aslında hadi bırakalım dediğim şeyler başkaydı. Ama laf yine döndü dolandı sigaraya geldi. Şu meret hayatımıza öyle bir girmiş ki, girmesi de çıkması da bir başka dert. Neyse gelelim esas konumuza. Hani herkes Ramazan başlarken öğüt ya da nasihat tarzında yazılar yazıyor ya; “Ramazan’da şu kadar namaz kılalım, bu kadar oruç tutalım, şu kadar Kur’an okuyalım” diye... Hatta bazıları biraz değişiklik olsun diye işi ibadetlerden ahlak boyutuna taşıyarak “aman dedikodu etmeyelim, yalan konuşmayalım, trafikte sakin olalım vs. vs.” şeklinde yazılar yazıyorlar. Bunlar da güzel yazılar şüphesiz. Tavsiye ve öğüde hepimizin ihtiyacı var. İşin ilginç tarafı bunları yazanların bu nasihatlere daha fazla ihtiyacı var. Kimse müstağni değil yani!
Ben de Ramazan’da bırakılmasından yana olduğum şeyler hakkında birkaç kelam etmek isterim doğrusu. Nasıl olsa elimize bir fırsat geçmiş, kazaya bırakmayalım. Bir dahaki Ramazan’a erişip erişemeyeceğimizin garantisi yok zira. Ramazan’da neleri bırakmalıyız sorusuna benim de ürettiğim birkaç cevap var. Acizane ben de bunlar hakkında birkaç dakikanızı alarak üç-beş satır kaleme alayım.
Mesela Ramazan geldiğinde hızlı yaşamayı bırakıp hayatı biraz yavaşlatmalıyız. Özellikle büyükşehirlerde yaşayanlarımız için bu neredeyse elzem. Bazen öyle yoğun bir koşuşturmaca içerisinde buluyoruz ki kendimizi, neredeyse kendimize ayıracak bir dakikamız kalmıyor. İşi, zamanı, zemini müsait olanlarımızın kesinlikle zamanı yavaşlatacak bir eylemsizlik içine girmesi gerekiyor. Daha çok iş, daha çok kazanç, daha çok koşturmaca aslında ömrümüzden ömür götürüyor ama farkında değiliz. Mesela dükkânı şöyle bir saat erken kapatsak, ikindi namazına bir camiye gitsek, cami çıkışında bir yeşil alanda oturup tabiatı izlesek, Allah’ın bizler için donattığı kâinat tablosundan güzel dersler çıkarsak... Peşinden eve çekilip birkaç sayfa Kur’an okusak. Sonra eşimizle çocuklarımızla biraz sohbet etsek, ardından iftar hazırlığına girişsek. Kendimize, eşimize, çocuklarımıza daha fazla zaman ayırsak, fena mı olur?
Ramazan’da hayatı biraz yavaşlatmaktan başka yapabileceğimiz bir şey daha var: Kendi dışımızdaki dünyayı ve insanları her zamankinden daha az umursamak... Mesela iş yerinde yaşanan huzursuzluklar, sokakta hoşlanmadığımız ama her gün karşılaşmak zorunda kaldığımız bazı kötü tablolar… Belki de şu iki şeyi iyi bilmemiz gerekiyor: Birincisi, dünya sadece benim iyi olmamla iyi olmayacak ama her şeye rağmen ben iyilerden olmaya devam edeceğim. İkincisi, dünya benim etrafımda da dönmüyor. Yani herkes her dakika beni konuşmuyor, herkes her dakika beni düşünmüyor, herkes her dakika beni eleştirmiyor! Benim varlığımla dünya çok şey kazanmıyor, varlığımı kaybettiğimde dünya çok şey kaybetmeyecek!
İyiler bu dünyada her zaman olmaya devam edecek, kötülerin de her zaman var olacağı gibi. Dolayısıyla sadece kendimi iyilerden görmem ve kendime bunu bir üstünlük vesilesi kılmam çok da doğru değil. Bu defa işin içine nefis giriyor. Etrafınızdaki her şeyi ve herkesi eleştirmeye başlıyorsunuz. Kötüler de dünyada her zaman olacak. Benim kötülüğü kerih görmem ve ondan uzaklaşmam son derece doğru bir davranış ama kötülüğü tek başıma yok etmem de imkânsız. Dolayısıyla bireysel manada kötülükle mücadele etmiş olmam beni sadece sorumluluktan kurtarır. Ben kötülüğü tamamıyla ortadan kaldırmaktan mesul değilim. Yani seferle görevliyim, zaferle değil!
İşyerinde dedikodum mu yapılıyor? Varsın yapsınlar. Ben karşılık vermeyi, laf yetiştirmeyi bırakmalıyım. Sokakta ahlak mı kalmamış! Elimle, dilimle düzeltebileceğim bir şey varsa müdahale ederim. Ama tamamını yok etmek benim elimde değil. Dolaysıyla kötülüğün tamamından kendimi sorumlu tutmaktan vazgeçmeliyim. Öyleyse kolektif olarak iyiliğe doğru hareket etmedikçe sokağın düzelmesi de mümkün değil. Yüz tane kötünün içinde üç kişinin iyi olması yetmiyor. İyilerin sayısının artması lazım. Öyleyse ne yapmak lazım? Hakkı ve sabrı birbirimize tavsiye etmemiz lazım. “Ve teva savbil hakkı, ve teva savbi’s sabr!” Olup biten her şeyden kendimizi sorumlu tutmaktansa birbirimize “Hakkı” ve “Sabrı” tavsiye etmek bence daha iyi bir yol olarak gözüküyor. Bir de sürekli her şeyi kafaya takmamamız lazım, yalancı dünyanın işvesi, cilvesi çoktur!