Dolar (USD)
35.15
Euro (EUR)
36.73
Gram Altın
2965.04
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Ramazan ve Sıfır Noktası

Zamanın sıfırlanma noktaları vardır. Tıpkı nefes almanın nefes vermeye dönüştüğü yerdeki o kısa süreli boşluklarda olduğu gibi burada da her şey kendini yeniler, başa dönülür, ölüm hayata yer açar. Burası aslında bir nevi yaşam ile ölüm arasındaki ince çizginin belirginleştiği yerdir. Her vadi bir dağla kesilir. Her ırmağa bir yamaç yol değiştirtir. Her okyanus bir kıyıda biter. Mekan böylece kendini güzelleştirir, ayrıntıyla süsler.

Aynı çizgi karanlık ile aydınlık, gün doğumu ile gün batımı arasında da kendini gösterir ve geçişler hep zarifçe gerçekleşir. Hiçbir gün batımı gün doğumuna, gün doğumu gün batımına yer vermezlik yapmaz. Hepsi, her şey sınırlarını bilir, vakti gelince kendisinden sonrakine usulca yerini terk eder. Yaşamın ritmini bu geçişler sağlar, evrenin müziği bu tınılarda kendini hissettirir. Hiçbir ses, hiçbir melodi ötekini bastırmak, onun yerine kendi fonetiğini ikame etmek cüretini göstermez, gösteremez. Eğer öyle olsa, vakti gelen gitmeyi reddetse, orada olan orada kalmaya inat etse ritim bozulur, müzik yerini gürültüye bırakır. Ve gürültü yorar…

Doğanın ritminde olgunlaşan kendini dağıtır ve tazeliğe kuvvet vermek için çürümeyi asli görev addeder. Yaşlanan ve artık işlevini yerine getirmeyen yerini sorgusuz sualsiz, hatta gönül rahatlığıyla kendinden sonrakilere bırakır, geriden gelenlere, gençlere yer açar. Aynısı rütbeler, makamlar için de geçerlidir. Doğanın ideal düzeninde hiçbir şey, hiç kimse, kendinin ötekilerden üstün olduğunu ve o gidince ötekilerin orayı felaket yerine çevireceğini düşünerek konumuna dört elle sarılmaz, bulunduğu yere kendini çivilemez. Vücudun esenliği için her saniye kirli kan dışarı atılıyor ve buna itiraz etmiyor. Kirli kan damarları işgal etse ve görevi devralacak temiz kana yer açmasa ne olur? Kanser ölümü çağırır elbette. Doğanın ve hayatın işleyişinde münavebe esastır. Gidenler gitmelidir ki gelenlere yer açılsın. Birileri ölmelidir ki ötekiler doğabilsin. Duygular bile öyle değil midir? Kıskançlık gitmeden gıpta gelebilir mi? Öfke kaleyi terk etmeden merhamet orayı alabilir mi? Nefret sökülüp atılmadan aşk kalbe yerleşebilir mi?

Ölüm var. Hayatın hemen yanında sessizce bekliyor. Hayatı seyrederek bekliyor. Yakamıza yapışan derin huzursuzluk biraz da ölümün bu vazgeçmeyişinden kaynaklanıyor. Vazgeçmeyiş ama acele etme gereği de duymayış ölüm ile hayatın yumuşak, zarif dansının temas noktasını oluşturuyor. Her şeye rağmen, ölümün hayattan alacaklı olması, zamanın bize rehin verilmesi ve günü gelince mutlaka tahsil edilecek olması ne tuhaf? Rehin zamanlardan geçiyoruz, bizimmiş fiyakası yaşayarak unutma bahçelerinde. Çimenin hemen altındaki kayalara dokunmadan dolaşıyoruz vadileri. Göğün hemen üstündeki sonsuzluğa gözlerimizi kapıyor, cildimizin hemen altındaki kanımızın varlığını unutarak geçiyoruz bir zaman diliminden ötekine ve ama ya ayağımız takıldığı için bir taşa dizlerimiz bereleniyor ya göğü delen bir yıldız gözlerimizden içeri giriyor ya da ufak bir kesikte kanımız bize acıyı hatırlatıyor. Acıyı, ölümün keskin nişancısını…

Ölümde hayatı doğuran bir şey var. Zamanla yapılan karşılaşmanın yüzünde zaten ölüm yazıyor ama bilinç onu silikleştiriyor, sanki yokmuşçasına yolculuğuna kaldığı yerden devam ediyor. Hakikat böyle değil. Dikkatsizliğimize kurban verdiğimiz daha nelerimiz var bizim? Aramızdan her gün birileri sessizce toprağın yüzeyinden derinliklerine bırakmıyor mu bedenlerini? Anıya dönüşen seslerimiz yok mu? Bir gün, bir vakit, bir yerlerde bıraktığımız ve bir daha hiç karşılaşma imkanı bulunmayan ayrılıklarımız bir şeyler fısıldamıyor mu kulaklarımıza? Hayatın içindeki ölüm, ölümün içindeki hayata çağırıyor bizi. Ve biz isteyerek veya istemsiz, kendi ayaklarımızla veya değil her an, her saniye oraya doğru sürüklenmiyor muyuz?

Bu sürüklenişin duraklarından bahsedelim biraz da. Yorulunca dinlenmek ve kendine gelerek daha müteyakkız devam etmek için. Yürürken durmak ve geldiğin yere bakmak, gideceğin yeri yeniden düşünmek için zamanın küçük duraklarına sığınıyoruz. Zamanı zamanın ortasındaki küçük noktalarla şeffaflıktan kurtarmak, onun rutin akışındaki belirsizliği belirginleştirmek, ona yeni bir perspektif kazandırmak, yeni boyutlar eklemek için. Akşamlar, cumalar, kandiller, bayramlar bu tahatturun önemli durak noktalarıdır. Orada durur, geride kalana bakar, ileride olana dikkat kesiliriz. Bir hesap yeridir zamanın bu kavşak noktaları. Kendiyle, dünyayla, Yaradan’la yüz yüze gelip olana, olmuş olana ve olacak olana yönelik bir yüzleşmedir kul gözüyle.

Ramazan geliyor. Zamanın ortasına yeni bir çentik açmak için geliyor. Kuruyan toprağa birkaç damla çiğ düşürmek, yorgunluğa temiz bir nefes eklemek, fazlalığa müdahale etmek, hafifletmek için ruhu ve bedeni, geliyor. Daha görünür görünmez beden de ruh da kendini şöyle bir yokluyor. Küçük sarsıntılarla zihne orasından burasından dokunarak, bir doktorun şifa niyetine hastasının üstünde ellerini gezdirmesi gibi organlarımızı yokluyor. Burası sağlam, burada bir hata var, burayı belki biraz daha güçlendirmeli vs… Yorulan ayaklarımız, kirlenen ciğerlerimiz, dolup taşan midelerimiz, katılaşan kanımız, mecalsiz atan kalbimiz hep bugünü beklemişçesine birden kendini hatırlıyorlar. Gözleri parlıyor bedenin, nihayet bir durak yetişti imdada diye. Hepsi kendi sınırlarına çekilmek için önce derin bir nefes alıyor, sonra Ramazan’ı içine çekerek kendi sınırlarına dönmenin sevincini yaşıyor.

Ruhumuzun da bir payı var elbet bunda. Bütün bir yıl boyunca sayısız böbürlenmenin, kıskançlığın, alaverenin dalaverenin, hatanın, kirin, acının, yokluğun, sefaletin arasından geçerek ne virüsler kapmıştır kim bilir şimdi o, ne badireler atlatmıştır? Bir adım geri çekilip kendini seyret diyor Ramazan, bakalım zaman aynasında ne göreceksin? Gözlerini saçlarının arasından çıkar ve alnına yerleştir diyor, bak, başkaları da yaşıyor burada. Sen neysen, nasıl bakıyorsan dünya da o ve öylece bakıyor sana çünkü. Bütün bakışlar bizde görüleni görmez mi sonuçta? Hepsi birbirinin aynı olan anlar ışığı ne bilsin? Ramazan’ı ıskalayanlar zaman müziğinden ne anlar? Yüreğin ve zihnin retinasıdır Ramazan, bütün renkler oraya akar…