Ramazan ve gittikçe artan "huzur" evi ihtiyacı!
“Hiçbir baba, çocuğuna güzel ahlâktan daha hayırlı bir miras bırakmamıştır.” buyuruyor Rasûlullah Efendimiz.
Evlâtlara bırakılabilecek en kıymetli
miras, onları “Müslüman Şahsiyeti”yle
yetiştirmek.
Bunu yapabilmek için de, öncelikle “kendini” düzeltmek.
Kalbini.
*
Hazret-i İbrahim’in duası:
“Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazını dosdoğru kılanlardan
eyle! Ey Rabbim, duamı kabul et!”
(İbrâhîm, 40)
*
Bir de bize bakalım:
Çocuklarımıza dair dileklerimiz,
ağırlıklı olarak “diploma, kariyer”
üzerine.
Bir baba anlatıyor:
— “Çocuğumuz”un üniversite imtihan neticesinin “hayal ettiğimiz kadar” parlak olmadığını görünce hayli hüzünlenmiş,
epeyce de öfkelenmiştik.
Onca yıl uğraşmış, didinmiş, ‘her türlü’ fedakârlıkta (!) bulunmuştuk ama bizi “gururlandıracak” puana ulaşamamıştık.
“Yatırımlarımızın” karşılığını alamamıştık!
O puanla nerelere girebileceğini
tahmin edebilmek, tercih formunu en mantıklı şekilde doldurabilmek için neler
yaptığımızı anlatamam.
Tercih işini çok iyi bilen uzmanlarla
görüştük, ince ince “yüzdelik dilim”
hesaplarına giriştik, uykularımızdan olduk, evimizin huzuru kalmadı, “Birkaç soru daha yapsaydı şurası garanti
gelirdi!” diye çok hayıflandık.
“Çok
sorumlu” anne-babaydık.
Evlâdımız için en iyisini istiyorduk.
Bu bizim görevimizdi.
Amma velâkin, “çocuğumuz” bizim kadar ısrarlı ve
kararlı değildi!..
Olsaydı, çok daha fazla çalışır,
gayret eder, çok daha güzel bir puan getirebilirdi.
Biz de böyle zorlanmaz, parlak sonuç
alan başkalarının çocuklarına kıskanarak bakmazdık.
Böyle düşündük.
Ben, çocuğumu suçladım.
Yetmedi, eşimi suçladım.
Eşim çocuğumu suçladı.
Yetmedi, beni suçladı.
Huzurumuz kaçtı.
Böyle gerilmişken, bir “dost” geldi yanımıza.
Halimizi görünce…
“Çocuklarımızın
dünyaları için endişelendiğimizin yarısı kadar ahiretleri için endişelensek,
hem dünyaları hem de ahiretleri güzel olacak!” dedi.
Bu güzel tavsiyenin üzerinde şöyle bir
düşünür gibi olduk ama gündemimiz yoğundu!..
Kafamızdan, kendimizle yüzleşmemize
sebep olacak bu tavsiyeyi hemen kovduk.
“Dost”u gönderdik.
Çocuğumuz o sene “tercih listesininde” yer verdiğimiz bölümlerden hiçbirini
tutturamadı.
Böyle olunca da…
Bir sene daha üniversite sınavına
hazırlandı.
İyi bir yeri kazandı.
Hedefimize tam olarak ulaşamamıştık
ama “Buna da şükür!” dedik.
Ve öyle devam ettik.”
*
Bunları söyleyen Baba, mutsuz.
“Çocuğu” iyi bir yeri bitirmiş ve sonrasında iyi bir iş bulmuş
ama…
Mutsuz.
“Annesi de, ben de hal ve hareketlerine daha
fazla dikkat etmesini, namazlarını aksatmadan kılmasını söylüyoruz ama!” dedi, derdini dökerken…
*
Epeyce konuştuk.
Sonuçta şuraya bağlandı iş:
“Yine
de neler var gençlikte. Bizimki şükürler olsun iyi. Tamam, namazlarını
aksatmadan kılmasını, ibadetlerine çok daha fazla önem vermesini istiyoruz,
yaşantısında çok daha hassas olmasını istiyoruz ama yine de, başkalarına
bakarak, ‘Buna da şükür’ diyoruz.”
*
İçimizi rahatsız eden bir şeyler var.
Vicdanlarımız sıkıntı çekiyor.
Bizler yaşlılar olarak, çocuklarımızın
birer “Güzel Ahlâk Numunesi”
olmalarını istiyoruz.
Kalbimizden bu geçiyor ama…
Birçok sıkıntımız var.
Öncelikle “Biz öyle miyiz?” sorusunu soruyoruz kalplerimize…
Ya da “Olmak için ne kadar gayret sarf ediyoruz?"
Bunun muhasebesini yapacakken…
Sorumuzun doğru cevabından korkuyor,
kendimizden kaçıyoruz!..
Sepetinde yoksa, veremezsin!..
Anlattığın sende yoksa, sözünün tesiri
olmaz!..
“Diploma” dedin, “kariyer”
dedin, hep böyle şeyler dedin…
Bunları düşünmek, tamam, görevin…
Ama ya, “gerçek” hayat?
*
Geçenlerde Aile Bakanı’nın sözlerine dikkat
çekmiştim bu sütunda.
“Kıta
Avrupası’ndan 4-5 kat hızlı yaşlanıyoruz!” diyordu Sayın Bakan.
Evlenme yaş ortalaması hızla artıyor,
boşanmalar hızla artıyor, aile başı çocuk sayısı hızla düşüyor…
Ve hızla yaşlanıyoruz, hem de
Avrupa’yı 4’e, 5’e katlamış halde!
Peki ne yapmak lâzım?
“Çözüm” mü?
Sayın Bakan’ın bir sonraki cümlesi
şöyle:
“Dolayısıyla
önümüzdeki süreçte huzur evlerine, yaşlı bakım ve rehabilitasyon merkezlerine
daha çok ihtiyacımız olacak!”
Evet, Sayın
Bakan’ın ifadesine göre, nüfusumuz çok büyük bir hızla yaşlanıyor!
E,
çocuklar da, bakıma muhtaç anne ve babalara pek bakmıyor.
Bebeklik
yaşlarından itibaren genellikle başkalarına baktırılan çocuklar ya da “Geniş Aile”nin güzelliklerinden mahrum bırakılan
çocuklar…
Vakti
geldiğinde, anne ve babalarını başkalarına “emanet”
ediyorlar!..
“Bakıma muhtaç anne, baba bir evlât
için ahiret sermayesidir!” desek de…
“Dünya gerçeklerinden” bahsediliyor.
“Karı- koca çalışma mecburiyetine” dikkat çekiliyor, “yaşlılara” bakmanın imkânsız hale
geldiği söyleniyor.
“Hem sonra, bu devirde kimse kimseyi
çekmez, ev ev üstüne olmaz!” deniyor.
Evlât,
güzel yetiştirilmiş olsaydı, yaşlı anne- babanın bu dünyadaki bastonu,
ahiretteki sadaka-i câriyesi, yani bitmez tükenmez “hayır ırmağı” olurdu.
Şimdi?
Karşımızdaki
acı gerçek:
“Huzurevi ihtiyacı gün geçtikçe
artıyor!”
Ümitsiz
olmak bize yakışmaz elbet.
İşte,
Güzelim Ramazan-ı Şerif Ayı.
Bir
bakmışsınız, fırsatı değerlendirmişiz…
Ve
uyanmışız!
Dualarımız,
ümidimiz.