Ramazan Hürmetine
Koca Bir Ramazan Geçti. Dostlarım, ahbablarım, uzaktaki yakınlarım, yazılarımın yolunu gözleyen okurlarım. Şöyle dediler: Hiç yok muydu? Hiç yok muydu bu ehl-i gureba için bir Ramazan yazınız? Bak Koca bir Ramazan geçti.” Eyvah dedim. Başımı nerde taşa vurdum. Düşündüm, taşındım, dertlendim. Bir heybeme baktım bir de kendime. Sen yüzümü ak eyle Allah’ım, dedim.
Heybemde, üç yıldır Ramazan hürmetine biriktirdiğim şiirler vardı. Hani olsa da ilmin zekatı babında şiirin de zekatına mı saymalı bunları, bilmiyorum. Bildiğim tek şey bu şiirleri Ramazan hürmetine Ramazan’ın her günü hürmetine yazdığımdı. Bu şiirler, üç yıl önce bir nevi saz şairlerinin atışması geleneği gibi oluştu. Şair-Matematikçi İbrahim Eryiğit’in Ramazan’ın ilk gününde “Ramazan 2018 Birinci gün şiiri” diye bir şiir göndermişti. Dört artı dört sekizli hece ölçüsü ve mani tarzı kafiye biçimiyle yazılmış bu şiire ben de aynı ölçü ve kafiye şemasıyla cevap vermiştim.
Ramazan hürmetine yazdığımız bu şiirler, eskilerin Ramazan’da okunacak şiirleri tadındaydı. Eskilerin yazdığı eserler; mesnevi (beyit beyit –iki mısralık) tarzında yazdığı Ramazaniyeler, dörtlükler halinde yazılan Ramazan ilahileri, Ramazan manileri, koşmalar ve Ramazan rübaileriydi. Yine bunun yanında Ramazan ile ilgili müstakil gazeller de vardı Osmanlı döneminde. eskileri hatırlamak adına bir iki şiir örneği verip öylece şiirlerimize giriş yapmak istiyorum. Mesela Ramazan’ın gelişi için yazılan Bursalı İsmail Hakkı’nının (17-18.asır) :
Sâye saldı ehl-i îmân üstüne
Hamdülillah geldi yine mâh-ı Ramazan
Doğdu ol nûr ehl-i irfan üstüne
Hamdülillah geldi mâh-ı Ramazan
Ramazineyinesi Ramazan ayının gelişi hürmetine yazılmıştır. Bir de geleneğimizde Ramazan Ayının on beşinden sonra okunan “Elveda” ilahileri bulunmaktadır. Bunun da en güzel örneği Aziz Mahmud Hüdayî’nin üstadı olan Üftade Hazretlerinin yazdığı (15-16. asır.) “Elvedâ”sıdır. Şöyle başlıyor şiir:
Ey dostlarım ağlaşalım
Oruç ayı gitti yine
Hasret ile inleşelim
Oruç ayı gitti yine
Klasik zamanlarda Ramazan ayından böyle edebi faaliyetler devam ederken günümüzde bu geleneği devam ettirmek te bize nasip oldu. Ramazan ayının her bir güzelliğine nağme olmaya çalıştık. Bazen bir Yakup sabrı, bazen bir Yusuf müjdesi de mısralar arasında yer alıyordu ki okuyucuları Kur’an iklimine de götürebilelim.
Bizim yaptığımız atışma şiirleri mani ve rübai arasında gidip geliyordu. Daha doğrusu şeklen mani, ruhen rübai diyebilirdik bunlara. Mani değildi çünkü Ramazan davulcusu bunları alıp söylemezdi. ( en azından benim şiirlerim için) rübai değildi. Çünkü rübai aruz vezniyle yazılır ama bizim şiirlerimiz dört artı dört sekizli hece vezniyle yazılmıştı. Araf’ta kalmış şiirler tanımı, galiba bu şiirlerimiz için yapılabilir.
Kıymetli dostumuz şair-matematikçi İbrahim Eryiğit hocamızla devam ettirdiğimiz bu şiir geleneği, bir atışma tarzı şiir idi. Ama elimizde sazımız yoktu. Yine şiirlerimize ayak vermeye çalışıyorduk (aynı uyak-aynı kafiyeyle devam eden şiir) başlayan bir şiir geleneğine benziyordu. Biz atışma diyorduk ama elimizde sazımız yoktu. Bir arkadaşımız bunun edebiyatta adı vardır. Bu sizin atışmanız aslında bir “tapşırma”dır, dedi.
Ramazan hürmetine çıktığımız yolda bir fakirden bir İbrahim Eryiğit Hocamız’da dörtlükler tapşırıldı. İkinci yıl şair-yazar dostumuz Cevat Akkanat da da bu sesimize kulak verdi, sözümüze ayak verdi. Ama bu sene başka uğraşları olsa gerek onu bu tapşırma geleneğimizden uzak etti.
Razaman ayındaki bu tapşırmalar için şairler gün içinde demlenirlerdi. Teravihten sonra da demli bir çay eşliğinde söylerlerdi şiirlerini.Tabii Müslümanlar için Ramazan’ın en büyük neş’esi oruç tutmaktı. Ve orucu onbir ayın sultanı konumuna erdiren de şüphesiz kutsal kitabımızın bu ayda inmesiydi. Demli çay denilmişken İbrahim Eryiğit’den 29. Gün şiirini okuyalım.
Kentler beton dağlar uzak
Kurulamaz kalbe tuzak
hakikatin gizeminde
Gelir bize kutlu erzak...
İbrahim Eryiğit’in bu şiirine karşılık fakir de şu cevabı vermişti.
29. Gün için:
Hani nerde “Diş kirası”
Ataların hatırası
Ne iftarda ne sahurda
Bulamadık bu mirası
Burada eskilerin bir güzel hasleti olan “Diş kirasına” bir gönderme yapılmış. Osmanlılar devrinde Saray ahalisi başta olmak üzere vezirler, paşalar ve diğer devlet büyükleri Ramazan’da iftar yemeği verir. İftar bitiminde misafirler ayrılırken ev sahibi onlar için diş kirası adı altında hediyeler sunardı. Bu haslet ev sahibi açısından şöyle yorumlanırdı. Misafirim oldunuz,sevap kazanmam için zahmet edip yol yürüdünüz. Ve yemek yerken de dişleriniz yorul du. Bu hadiyemiz de dişinizin kirası için, kabul buyrunuz efendim, denilirdi. Ah nezâket!...
*Bütün okurlarımızın Ramazan ayı ve Ramazan Bayramını tebrik ediyorum.
Twitter:@eyyupazlal