Ramazan denilen misafir
Misafir, mümin için kutsaldır. O
yüzden adına ‘Tanrı Misafiri’ denmiştir. Hele bu misafir ayların sultanı olan
bir misafir ise… Hele göklerden gelen bir misafir ise… Hele de adı Ramazan ise…
Ramazan, göğün yere tenezzülüdür. Gök
ehli olan meleklerin Rabbimizin izniyle ve onun bir hediyesi olarak
yeryüzündeki müminlerin üzerine bir rahmet atmosferi oluşturmasıdır Ramazan. Bu
durum miracın tam tersi bir durumdur ve dostun dosta varışıdır.
Müminler, Ramazan’ı en güzel biçimde
karşıladıkları gibi onu en güzel bir biçimde misafir etmek ve hoşnut etmek için
ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Gün be gün değil, saat be saat değil an be
an onunla ilgilenirler. O yüzden diller zikirde, kalpler şükürde, beyinler
fikirdedir. Her vakit bir başka telaşın izlerini görülür mütebessim çehrelerde.
Ocaklarda bereket kaynar. Akşam
olunca bir iftar telaşı başlar. En küçük şeyler, iftariyelik adıyla ilk
defa bu ayda daha da anlamlı ve daha da kıymetli bir hediyeye dönüşür.
Sokaklar gece yarılarına kadar canlı
ve tıklım tıklımdır. İnsanlar bu saatte çalınan davullardan ve münadilerin avaz
avaz nidalarından rahatsız olmaz. Gecenin bir yarısı yine ışıklar yanar ve
sofralar kurulur. Ezan okunduğunda camilere koşulur, mukabeleler okunur, dinlenir.
Tatlı telaşlar sadece yetişkinlerde
değil minicik yavrularda bile vardır. İlk sabır denemeleri, acıkmalar,
susamalar ilk defa onlar için anlamlıdır bu ayda. Ya bu aya mahsus olan ve minicik
yüreklerin adına “tekne orucu” dedikleri alıştırma denemelerine ne demeli?
O minicik yavruların baldudaklarından
dökülen ‘Kaç dakika kaldı?’ sualleri sadece bu ayda sorulur. Ramazan topunun
atılmasını heyecanla bekleyip “top atıldı” diye koşarak evlerine giren çocukların
sevinç çığlıklarını sadece bu ayda duyarsınız. Ezanlar bu aydaki kadar
beklenilmemiş, bu aydaki kadar yürekten dinlenilmemiş ve hissedilmemiştir.
Sokaklara serilen sofralar bu aya mahsustur. En çok misafirler bu ayda
ağırlanır ve en çok bu ayda misafirliğe gidilir. Akrabalar akraba olduklarını,
komşular komşu olduklarını en çok bu ayda hissederler.
Gündüz vakti de bu koşturmalar devam
eder. Kur’an ile doldurulan zaman bu ayda daha da bir bereketlidir. Öfkeler,
ilk defa bu ayda bu kadar uzun müddet sabır kınına sokulmuştur. İlk defa bu
ayda hoşgörü, bu kadar uzun müddet gelip oturmuştur insanların yüreklerine.
Gözler bu ayda daha da bir şefkatle ve sevgiyle bakar. Diller bu ayda daha da
bir tatlıdır.
Yürekler bu ayda incelir, incelir ve
adeta bir tüle döner. O tülün en güzel rengi merhamettir. Yoksulu, fakiri,
düşkünü, öksüzü, yetimi, hastayı bu ayda daha da bir arar bulur tüle dönen
yürekler. Zekât, bu ayın ibadetidir sanki. Zekâtlar, en çok bu ayda bulur
sahiplerini. Sadece zekât mı? Sadakalar da bu aydaki kadar çalmamıştır
muhtaçların kapsını, bu aydan daha çok güldürmemiştir mahzun simaları…
Ramazan’ın son günlerine gelince bir
gece aranır ki bin aydan daha hayırlıdır. En ufak bir samimiyet göstergesinin nice
rahmet kapılarını zahmetsizce açtığı bir gece ki adına belki de bu kadar
kıymetli oluşuna kinaye Kadir denmiştir. Bu gece, Ramazan
denilen misafirin bir hediyesidir mümin gönüllere. Bu müthiş hediyeyi idrak
eden gönüllerde hem bir sevinç vardır hem de bir hüzün. Bu hüzün; misafirle vedalaşma
vaktinin geldiği, ayrılığın ayak seslerinin sessiz bir şarkı gibi gönülleri
titrettiği, gözdeki bulutların sicim sicim sağıldığı bir hüzündür.
Lakin bu misafir çok cömerttir ve
kendini misafir edenlerin üzülmesine razı olmaz. Giderken bir bayramı hediye
eder onlara… O bayramın da ayrı bir telaşı vardır. İşte o telaş ile kutlu
misafir, gidişinin hüznünü sevince bıraktırır. Lakin bayram günleri bittiğinde
insanlar dünyevi telaşlara daldıklarında o günleri hep ararlar. Ve bir bekleyiş
başlar başlamasına ama bir de merak sarar gönülleri… Bir daha görmek nasip
olacak mıdır acep?
Kim bilir kimler göre…
Ya nasip!