'Rakamlar Mezarlığı'nda bir isim olmak!'
Mezar taşları/şühedaları olmayan bir kabristan
burası. Başında kimsenin bulunmadığı, sessiz sedasız bir mezarlık. Yalnız. Yüzlerce
Filistinli şehidin na’şının bulunduğu işgalci İsrail’de bir yer. İşgalci
İsrail’in katlettiği Filistinlilerin cenazeleri burada tutuluyor; Rakamlar
Mezarlığı’nda. İşgalci yönetimin defnettiği her Filistinliye verdiği rakamdan
ötürü buraya “Rakamlar Mezarlığı” deniyor. Ad yok, san yok, mezar taşı yok. Üstelik
yerin 70 cm altına gömülmüş cesetler. Bir bedenin yatay pozisyondaki genişliği
düşünülürse, bir karış altta yatıyor şehitler. Bir karış. Soksan elini toprağa,
hemen değiverecek şehidin bedenine, o kadar yakın.
Hali hazırda bir çete devleti olan İsrail’in
sınırları içinde bulunan bu naaşlar için, Filistin’de, “Şehitlerin Cesetlerini
Geri Getirme Girişimi” adında sivil bir yapılanma oluşturulmuş. Bu yapılanma
adına konuşan isim, Rakamlar Mezarlığı’nda oğlu yatan Beşir Hessi. Beşir
Hessi’nin oğlu Hüsni El-Hissi, 2004 yılından beri o mezarlıkta yatıyor. Baba
Hessi, oğullarının kendilerine teslim edilip Müslüman mezarlığına defnedilmesi
için sürekli girişimlerde bulunuyor. Beşir Hissi, yanılıyor! Hüsni’nin ve onunla
birlikte yatan yüzlerce Müslümanın defnedildiği yerler İslam toprakları ama
sadece işgal altında. İşgalci İsrail’de defnedilen şehitler orada İslam’ın,
direnişin, özgür Kudüs’ün remzi olarak var olacaklar ve olmalılar. Bugün
Yafa’da bulunan Müslüman mezarlığının yıkılıp otel yapılma girişimleri, çeşitli
şehirlerdeki mezarlıklara yapılan saldırılar, Osmanlı yapılarına karşı var olan
tahammülsüzlük, Müslümanların izlerinin yok edilmesine dair yapılan çalışmalar
değil mi? Hüsni El-Hissi, cansız bedeni bir çam gibi devrilirken o topraklarda,
bir iz bıraktı. Kanla, terle, cesaretle, namluyla, kurşunla ve ahitle
oluşturulmuş bir iz. Ve onunla birlikte yüzlercesi o izi kuşanıp uzandılar
topraklara. Yarın korkusu yaşamadan, bugünün mutlak hakkını vererek, ilk
kıbleyi ve Müslümanları aşamadıkları prangalarından kurtarmak için, sonu ölüm
olduğunu bile bile sızdılar işgal altındaki kendi topraklarına ve can verdiler.
Çoğunun isimleri bile bilinmiyor, kayıp olarak bekleniyor ailelerince. Tükenmez
bir acı ve gözyaşı eşlik ediyor onlara. Önemli olan, mücadelede dip/derin not
olmakta. Ad, san gezinmeden etrafta, sırf O’nun için düşmek toprağa ve yalnız
O’nun tarafından hatırlanmak belki.
Çocukluğumun bir kısmının geçtiği
caddenin adı “Şehitler”di. Mahalle camisinin adı da “Şehitler Camii” elbette.
Ben bu adı, yakın/uzak hafıza olan Çanakkale’ye bağlıyordum, evimizin
karşısındaki metruk mezarlığı ıskalayarak. 2003 yılında, belediyenin yaptığı
çevre düzeni ile mezarlıklar iyiden iyiye ortaya çıktı, geçmişleri de. Evimizin
hemen karşısında yer alan bahçede yedi sade ve yalnız mezar bulunuyordu. Bu
kabristanda yatanlar, isimleri bilinmeyen ama 900 yıl önce buralara Horasan’dan
kalkıp, zamanlarının tüm konforunu terk edip, İslam’ı anlatmak için gelip de
şehit olan insanlardı. Anlattıkları ne kadar sahihti, bu çok önemli değil;
binlerce kilometreyi kat ettikleri “niyet” kayda değerdi. Elbette kutsal
değiller, yalnızca, İslam’ın bu topraklardaki başlangıcının işaretleri onlar.
Doğru ya da yanlış, İslam inancının tarihi tanıklığı yaptılar/yapmaktalar.
Mezar, bir işarettir aslında, yaşamış olmanın; orada bulunmuş, bedel ödemiş olmanın.
Yüzlerce yıl öncesinden bu toprakları “Anadolu” yapan iradenin izlerini bugüne
taşıyan şehitler onlar. Şühedalar gün yüzüne çıkınca caddeye olan muhabbetim de
Horasan’a olan saygım da arttı. Dünyayı da, İslam coğrafyalarını da kurtaracak
şeyin geçmişte de var olmuş olan bu irade, azim ve arkaya dönüp bakmadan,
sonunu düşünmeden büyük bir kararlılıkla mücadele etmek olduğuna bir kez daha
kani oldum.
Rakamlar Mezalığı’nda yatmak. Şüheda
kabristanında bir şehid olarak medfun olmak. Özgür Kudüs’ü görmek için can
vermek. Su katılmamış bir inancın sahibi olmak ne güzeldir. Kudüs’ü, Adaletin
remzi Hz. Ömer’le başlayan, öncü Nureddin Zengi’nin ayak izlerini takip edip büyük
komutan Selahaddin ile devam eden mücadeleye dâhil olmak ne güzeldir. Ümmetin
remizlerinden biri olan Kudüs’ü kurtarma adına terlemek, göz yaşı dökmek, can
vermek ne güzeldir.
Göçe zorlanan Filistinliler, boyunlarına
evlerinin anahtarlarını asıp gittiler, çünkü geri döneceklerine ve o kapıları
açacaklarına inanıyorlar değil mi? Mezarların da farkı yok. Bırakın orada
kalsın onlar. İsimleri, mezar taşları olmasın. Bir avuç toprak, kâfi. Tüm
kayıtlar Mevla’da saklı. Yalnız, Kudüs özgürleşince, Rakamlar Mezarlığı’nda
gömülü kardeşlerimizi ziyarete gittiğimizde, üzerlerine dikmek için türlü çiçek
tarhları hazırlayalım. Mart ayında Gece sefası ve Gülhatmi, Nisan’da Petunya ve
Gündüz sefası, Mayıs’ta Top Kadife, Haziran’da Vinka ve Yüksükotu, Temmuz’da Begonya,
Ağustos’ta Sümbül, Sardunya yahut Süzen. Eylül’de elbette ve kesinlikle Hercai
Menekşe. Aralarda Kasımpatı’yı unutmayalım. Mezarın her yerine yer örtücü
olarak Arap Saçı’nı dikelim. Yayılsın her yere Arap Saçı, göz/gönül açsın. Servi
ağacını yaklaştırmayalım oralara; ölüler mezarlığı değil çünkü oralar. Öyle
güzel bakalım ki şüheda mezarlığına, dirilişin, yeniden doğuşun işareti olsun
onlar, ne de olsa özgür Kudüs’ün bağımsızlık anıtı olacaklar.