Dolar (USD)
34.75
Euro (EUR)
36.52
Gram Altın
2950.32
BIST 100
9878.03
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
06 Ocak 2024

'Rakamlar Mezarlığı'nda bir isim olmak!'

Mezar taşları/şühedaları olmayan bir kabristan burası. Başında kimsenin bulunmadığı, sessiz sedasız bir mezarlık. Yalnız. Yüzlerce Filistinli şehidin na’şının bulunduğu işgalci İsrail’de bir yer. İşgalci İsrail’in katlettiği Filistinlilerin cenazeleri burada tutuluyor; Rakamlar Mezarlığı’nda. İşgalci yönetimin defnettiği her Filistinliye verdiği rakamdan ötürü buraya “Rakamlar Mezarlığı” deniyor. Ad yok, san yok, mezar taşı yok. Üstelik yerin 70 cm altına gömülmüş cesetler. Bir bedenin yatay pozisyondaki genişliği düşünülürse, bir karış altta yatıyor şehitler. Bir karış. Soksan elini toprağa, hemen değiverecek şehidin bedenine, o kadar yakın.

Hali hazırda bir çete devleti olan İsrail’in sınırları içinde bulunan bu naaşlar için, Filistin’de, “Şehitlerin Cesetlerini Geri Getirme Girişimi” adında sivil bir yapılanma oluşturulmuş. Bu yapılanma adına konuşan isim, Rakamlar Mezarlığı’nda oğlu yatan Beşir Hessi. Beşir Hessi’nin oğlu Hüsni El-Hissi, 2004 yılından beri o mezarlıkta yatıyor. Baba Hessi, oğullarının kendilerine teslim edilip Müslüman mezarlığına defnedilmesi için sürekli girişimlerde bulunuyor. Beşir Hissi, yanılıyor! Hüsni’nin ve onunla birlikte yatan yüzlerce Müslümanın defnedildiği yerler İslam toprakları ama sadece işgal altında. İşgalci İsrail’de defnedilen şehitler orada İslam’ın, direnişin, özgür Kudüs’ün remzi olarak var olacaklar ve olmalılar. Bugün Yafa’da bulunan Müslüman mezarlığının yıkılıp otel yapılma girişimleri, çeşitli şehirlerdeki mezarlıklara yapılan saldırılar, Osmanlı yapılarına karşı var olan tahammülsüzlük, Müslümanların izlerinin yok edilmesine dair yapılan çalışmalar değil mi? Hüsni El-Hissi, cansız bedeni bir çam gibi devrilirken o topraklarda, bir iz bıraktı. Kanla, terle, cesaretle, namluyla, kurşunla ve ahitle oluşturulmuş bir iz. Ve onunla birlikte yüzlercesi o izi kuşanıp uzandılar topraklara. Yarın korkusu yaşamadan, bugünün mutlak hakkını vererek, ilk kıbleyi ve Müslümanları aşamadıkları prangalarından kurtarmak için, sonu ölüm olduğunu bile bile sızdılar işgal altındaki kendi topraklarına ve can verdiler. Çoğunun isimleri bile bilinmiyor, kayıp olarak bekleniyor ailelerince. Tükenmez bir acı ve gözyaşı eşlik ediyor onlara. Önemli olan, mücadelede dip/derin not olmakta. Ad, san gezinmeden etrafta, sırf O’nun için düşmek toprağa ve yalnız O’nun tarafından hatırlanmak belki.

Çocukluğumun bir kısmının geçtiği caddenin adı “Şehitler”di. Mahalle camisinin adı da “Şehitler Camii” elbette. Ben bu adı, yakın/uzak hafıza olan Çanakkale’ye bağlıyordum, evimizin karşısındaki metruk mezarlığı ıskalayarak. 2003 yılında, belediyenin yaptığı çevre düzeni ile mezarlıklar iyiden iyiye ortaya çıktı, geçmişleri de. Evimizin hemen karşısında yer alan bahçede yedi sade ve yalnız mezar bulunuyordu. Bu kabristanda yatanlar, isimleri bilinmeyen ama 900 yıl önce buralara Horasan’dan kalkıp, zamanlarının tüm konforunu terk edip, İslam’ı anlatmak için gelip de şehit olan insanlardı. Anlattıkları ne kadar sahihti, bu çok önemli değil; binlerce kilometreyi kat ettikleri “niyet” kayda değerdi. Elbette kutsal değiller, yalnızca, İslam’ın bu topraklardaki başlangıcının işaretleri onlar. Doğru ya da yanlış, İslam inancının tarihi tanıklığı yaptılar/yapmaktalar. Mezar, bir işarettir aslında, yaşamış olmanın; orada bulunmuş, bedel ödemiş olmanın. Yüzlerce yıl öncesinden bu toprakları “Anadolu” yapan iradenin izlerini bugüne taşıyan şehitler onlar. Şühedalar gün yüzüne çıkınca caddeye olan muhabbetim de Horasan’a olan saygım da arttı. Dünyayı da, İslam coğrafyalarını da kurtaracak şeyin geçmişte de var olmuş olan bu irade, azim ve arkaya dönüp bakmadan, sonunu düşünmeden büyük bir kararlılıkla mücadele etmek olduğuna bir kez daha kani oldum.

Rakamlar Mezalığı’nda yatmak. Şüheda kabristanında bir şehid olarak medfun olmak. Özgür Kudüs’ü görmek için can vermek. Su katılmamış bir inancın sahibi olmak ne güzeldir. Kudüs’ü, Adaletin remzi Hz. Ömer’le başlayan, öncü Nureddin Zengi’nin ayak izlerini takip edip büyük komutan Selahaddin ile devam eden mücadeleye dâhil olmak ne güzeldir. Ümmetin remizlerinden biri olan Kudüs’ü kurtarma adına terlemek, göz yaşı dökmek, can vermek ne güzeldir.

Göçe zorlanan Filistinliler, boyunlarına evlerinin anahtarlarını asıp gittiler, çünkü geri döneceklerine ve o kapıları açacaklarına inanıyorlar değil mi? Mezarların da farkı yok. Bırakın orada kalsın onlar. İsimleri, mezar taşları olmasın. Bir avuç toprak, kâfi. Tüm kayıtlar Mevla’da saklı. Yalnız, Kudüs özgürleşince, Rakamlar Mezarlığı’nda gömülü kardeşlerimizi ziyarete gittiğimizde, üzerlerine dikmek için türlü çiçek tarhları hazırlayalım. Mart ayında Gece sefası ve Gülhatmi, Nisan’da Petunya ve Gündüz sefası, Mayıs’ta Top Kadife, Haziran’da Vinka ve Yüksükotu, Temmuz’da Begonya, Ağustos’ta Sümbül, Sardunya yahut Süzen. Eylül’de elbette ve kesinlikle Hercai Menekşe. Aralarda Kasımpatı’yı unutmayalım. Mezarın her yerine yer örtücü olarak Arap Saçı’nı dikelim. Yayılsın her yere Arap Saçı, göz/gönül açsın. Servi ağacını yaklaştırmayalım oralara; ölüler mezarlığı değil çünkü oralar. Öyle güzel bakalım ki şüheda mezarlığına, dirilişin, yeniden doğuşun işareti olsun onlar, ne de olsa özgür Kudüs’ün bağımsızlık anıtı olacaklar.