Rahmete elini açmayan af olabilir mi?
Günlerden Ramazan. Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu kurtuluş olarak nitelenen Kur’an ayının neredeyse ortasına geldik. Tıpkı hayatımız gibi, düşüncelerin vahiyle durulaşması, başların secdeyle buluşması, gönüllerin sabırla yumuşaması, yapılan adaletsizliklerin bitmesi, akan göz yaşlarının silinmesi beklenen ayın hızla akışına şahit oluyoruz.
Ömür su gibi akarken her gün bir çok acılara, ailelerin parçalanmalarına, insanlığın hızla bitişine, dağların kaldıramadığı dünya yükünü insanın nasıl kaldırdığına tanıklık ediyoruz. Bazen hayretlerle bazen de içimiz kavrularak dinliyoruz. Bu acıları dağlar duysa parça parça olur diyoruz. Yaşanan acılara ise sadece yürekten dillere gelen dualar ile eşlik edebiliyoruz.
Rabbim! Bu aciz kullarını sen yalnız koymazsın. Mazlumun ahını yerde koymazsın. Haksızlığa uğrayanlara yardım edersin. Ne olur tut ellerinden, yardım et bu yaralı gönüllere. Gönüllerine su serp. Korkuları ile baş başa bırakma. Ümitlerini bitirme. İhtiyaçlarını karşılayabilmemiz için bizleri vesile kıl. Ellerimizle, dillerimizle, gönüllerimizle dertlerine deva olmayı lütfet...
Kanunların da desteği ile evlerinden uzaklaştırılan, evlerinde şiddete uğrayıp çareyi kaçmakta bulan, anne babanın arasında seçim yapmak zorunda kalan, içinde bulunduğu bedenine yabancı olup cinsiyet değişimi yapmak isteyen, para bulamayan babasına ya da annesine hasret kalan, anne ve babası olmayıp yetim kalan ve daha nice acılar...
İnsan her ne durumda olursa olsun hayatı ile barışık olmalı, kendi halini düzeltmeli, iki kapılı handa yaşananların imtihan sebebi olduğunu bilmeli ve “ bütün bunlar şükreden bir kul mu yoksa azan bir kul mu olacağım diye bana verildi” demelidir. Aksi takdire yaşadıkları altında ezilmeye mahkumdur.
İnsan kendine yakışanın peşinde olmalı, güvenmeli ve güvendiğine de teslim olmalıdır. Tekrarı olmayan dünyada mutlu olmanın yollarını bulmalı, şartlarını zorlamalı, her yaşadığını ikram bilip hayatına çeki düzen vermelidir.
İçinden geçirdiği her şeyi duyana, her şeyin sahibi olana güvenmeli, teslim olmalı, sadece O’ndan yardım istemeli, sabırla gününü geçirmelidir. Zira kötü gördüğümüz her şey zamanla hayırlara dönüşecektir.
Öncelikle adil olmalı, başkasından ya da devlette adaleti isterken mutedil olmalıdır. Zira mutlak adalet ahirettedir. Dünya malı insanı cezb etmemeli, vereceği hükümlere etki etmemelidir. Fatih Sultan Mehmet’e atfedilen veciz bir hikaye durumu güzel özetlemiştir.
Adamın biri Müslüman mezarlığına ölü bir köpek gömer. Görenler onu, zamanın Kadısına şikayet ederler. Kadı adamı çağırır ve işin aslını sorar.
Adam: "Doğrudur, öyle yaptım, çünkü köpeğin bana vasiyeti böyleydi, onun vasiyetini yerine getirdim." der.
Kadı: "Sen bizim aklımızla alay mı ediyorsun efendi?" diye çıkışır.
Adam: "Hayır efendim, aynı zamanda Kadıya da 10.000 dirhem vermemi vasiyet etti." der.
Bunu duyan Kadı hemen: "Rahmetli köpeğin ölümü bizi ziyâdesiyle üzdü." der.
İnsanlar, kadının değişen bu tavrına hayret ederler.
Kadı onlara der ki: "Bu durum sizi hayrete düşürmesin, bu köpeğin geçmişini araştırdım, Ashab-ı Kehf köpeği Kıtmir’in soyundan geldiğini keşfettim."
Kadıyı satın aldığın gün adalet ölür, adaleti öldürdüğün gün ise devlet ölür..
Kadının satılması adaletin bitmesine, haklının haksız düşmesine, zalimin zulmetmesine, mazlumun ahının göklere çıkmasına vesiledir.
Mazlumun ahını alan mutlu olabilir mi?
Zamanında İstanbul’da bir meczup yaşarmış. Önüne gelen herkese “ Allah var” dermiş. Bunu her seferinde herkese söylermiş. Tamam anladık Allah var diyenlere, “ Hayır, gerçekten Allah var” diye tekrar edermiş.
Gerçekten Allah’ın var olduğuna inanan mazlumun ahını alabilir mi?
Karşıdakinin haklı olduğunu bile bile yalan söyleyip, dünya malına tamah edebilir mi?
Adalet mülkün temelidir. Mülkün elimizde olması ancak adaletli olmamızın ürünüdür. Kendine karşı adaleti yakalayamayan, kendi nefsine zulmeden, imtihanı ile barışık olmayan, hesap vereceği düşüncesi ile yaşamayan birebir muhatap olduklarına karşı adil olabilir mi?
Hasılı rahmet ayında rahmete elini açmayan mağfiret olup af olabilir mi?