Rahmân'ın has kulları- 1
Yüce kitabımız Kuran-ı kerimin Furkan sure-i celilesinin son kısmında “ibâdürrahmân” yani Rahmân olan Allahü Teâlâ’nın has kullarından söz edilmektedir. İnşaallah biz de bu yazı serisinde “ibâdürrahmân”ı ve hususiyetlerini öğrenmeye çalışacağız.
Rabbine
kul olmayı en yüce pâye olarak gören ve bu şuurla hayatını tanzim eden mümin
kişinin çeşitli vasıf ve özellikleri vardır. Rabbimiz celle celâlüh, yüce Kitabı’nda
hakikî mânâda kul olan insanların hangi vasıflara sahip olmaları gerektiğini
beyan buyurmuştur. Zaten Kuran-ı kerimin temel gayelerinden biri de “kâmil
bir insan” modelini ve onun özelliklerini ortaya koymak, sonra da bütün
insanlığı bu güzel örneğe çağırmaktır.
Yüce
dinimiz İslam’ın çağrısı da yine insanı, -insanlık kalitesi olarak-en
mükemmele ulaştırmaktır. Bu mükemmel insan olma ölçüsü de, şüphesiz “ibâdürrahmân”
yani Rahmân olan Allahü Teâlânın has kulları olarak ifade edilen müminlerle
ilgili belirtilen özelliklerle ortaya konulmuştur.
Mevzumuzun
özünü oluşturan “Rahmân’ın has kulları” ifadesi ise,
Rabbimizin mübarek kelamı Kuran-ı kerimin hususî bir ifadesidir. Çünkü herkes Allahü
Teâlâ’nın kulu olarak yaratılmış. Ama söz konusu kullar, özel kullardır. Onlar,
Rahman’ın has kullarıdır. Yüce Kitabı’mızın Furkan sure-i celilesinde yer alan
âyet-i kerimelerde Rahmân’ın bu has kullarının üstün özellikleri tek tek sıralanmıştır.
İşte
bu özel kullar, vasıflarıyla farklı oldukları gibi, kavuşacakları mükâfâtlarla
da farklıdırlar. Âyet-i kerimede buyruldu ki: “İşte onlar, sabretmelerine
karşılık Cennet’in yüksek makamlarıyla mükâfatlandırılacaklar ve orada esenlik
dileği ve selâmla karşılanacaklardır.” (Furkan 75)
Bu
sure-i celilede “ibâdürrahmân”ın sekiz vasfı ifade buyurulmuştur, şöyle
ki:
1-
“Rahmân’ın has kulları yeryüzünde ‘hevn’ ile yürüyen, câhiller onlara laf
attığı zaman, ‘selâm’ deyip geçen kullardır.” (Furkan 63)
Âlimler,
âyet-i kerimedeki ‘hevn’ kelimesini, “sekînet, vakar, rıfk ve tevazu”
kavramlarıyla açıklamışlardır. Ayrıca hevn kavramı, câhiliye dönemi insanının
temel karakteri olan “kibirli, gururlu ve zorba” mânâsındaki ‘müstekbir’
kavramının zıddı olduğu belirtilmiştir.
Âyet-i
kerimede müminlerin, kendilerine sözlü sataşmada bulunanlara, ‘selâm’ diyerek,
yani (esenlik dileğiyle) karşılık verdikleri bildirilmekte; bu suretle bir
bakıma İslam öncesi putperest insanların ortak zihniyetini ifade eden ‘câhiliye’
ile müminlerin ortak zihniyetini ifade eden ‘İslâm’ın zıt ve karşıt kavramlar
olduğu ima edilmektedir.
Buna
göre sözlü sataşmalarla sergilenen alaycı ve küçümseyici tavırlar, ‘câhiliye’
zihniyetinin kendini beğenmişlik, küstahlık, hoyratlık, saldırganlık gibi
tutumlardan oluşan barbarlık ahlâkını; Müslümanların bu sataşmalara ‘selâm’la
karşılık vermeleri de onların barışçı ilkelere dayalı uygarlık ahlakını ortaya
koymaktadır.
Allahü
Teâlâ’nın bu kulları, toplum içindeyken mütevazıdırlar. İnsanlara karşı
merhametli ve naziktirler. İnsanlar kendilerini sinirlendirecek şeyler
söylediklerinde ya da kendilerini kızdıracak davranışlarda bulunduklarında
öfkelerine hâkim olabilirler. O insanlarla sâkin ve huzurlu bir şekilde
konuşarak onların sinirlerini yatıştırmaya çalışırlar. Öfkelerini ve
gururlarını kontrol eder ve gerginliği sona erdirebilirler.
Görüldüğü
gibi; Allahü Teâlâ’nın bu sevgili kullarının birinci niteliği mütevazı ve alçak
gönüllü olmalarıdır. Bu nitelik, insanlarla ünsiyet edip hoş geçinmenin
şartıdır. Alçak gönüllü insanlar, beraber yaşadıkları insanlara güven verirler.
Herkes tarafından sevilir ve sayılırlar. Böyle insanları Allah da sever.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Kim Allah için huşûundan dolayı tevazu
gösterirse, Allah onu kıyamet gününde yüceltir. Her kim kibrinden dolayı
böbürlenirse Allah da onu kıyamet gününde alçaltır.” (İmam Ahmad)
Peygamberimiz
her konuda olduğu gibi burada da bize en iyi örnektir ve Allahü Teâlâ O’nun
örnek alınmasını emretmiştir. Şüphesiz tevazu konusunda en güzel örnek O’dur. Çünkü
O, hiç ayırım yapmadan herkese tevazu gösterirdi. En yoksul insanların evine
gider, onlarla ilgilenirdi. Bir ihtiyaçları ve sıkıntıları olup olmadığını
sorar ve ihtiyaçlarını gidermeye çalışırdı. Efendimiz aleyhisselam, eshabı arasında
oturduğu zaman, bir yabancı O’nu ayırt edemezdi. Çünkü O, arkadaşları gibi
giyinir ve onların arasında otururdu. Bir yere gittiği zaman boş bulduğu yere
otururdu…
(Devamı
haftaya…)