Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
11 Şubat 2024

Rahmân'ın has kulları- 1

Yüce kitabımız Kuran-ı kerimin Furkan sure-i celilesinin son kısmında “ibâdürrahmân” yani Rahmân olan Allahü Teâlâ’nın has kullarından söz edilmektedir. İnşaallah biz de bu yazı serisinde “ibâdürrahmân”ı ve hususiyetlerini öğrenmeye çalışacağız.

Rabbine kul olmayı en yüce pâye olarak gören ve bu şuurla hayatını tanzim eden mümin kişinin çeşitli vasıf ve özellikleri vardır. Rabbimiz celle celâlüh, yüce Kitabı’nda hakikî mânâda kul olan insanların hangi vasıflara sahip olmaları gerektiğini beyan buyurmuştur. Zaten Kuran-ı kerimin temel gayelerinden biri de “kâmil bir insan” modelini ve onun özelliklerini ortaya koymak, sonra da bütün insanlığı bu güzel örneğe çağırmaktır.

Yüce dinimiz İslam’ın çağrısı da yine insanı, -insanlık kalitesi olarak-en mükemmele ulaştırmaktır. Bu mükemmel insan olma ölçüsü de, şüphesiz “ibâdürrahmân” yani Rahmân olan Allahü Teâlânın has kulları olarak ifade edilen müminlerle ilgili belirtilen özelliklerle ortaya konulmuştur.

Mevzumuzun özünü oluşturan “Rahmân’ın has kulları” ifadesi ise, Rabbimizin mübarek kelamı Kuran-ı kerimin hususî bir ifadesidir. Çünkü herkes Allahü Teâlâ’nın kulu olarak yaratılmış. Ama söz konusu kullar, özel kullardır. Onlar, Rahman’ın has kullarıdır. Yüce Kitabı’mızın Furkan sure-i celilesinde yer alan âyet-i kerimelerde Rahmân’ın bu has kullarının üstün özellikleri tek tek sıralanmıştır.

İşte bu özel kullar, vasıflarıyla farklı oldukları gibi, kavuşacakları mükâfâtlarla da farklıdırlar. Âyet-i kerimede buyruldu ki: “İşte onlar, sabretmelerine karşılık Cennet’in yüksek makamlarıyla mükâfatlandırılacaklar ve orada esenlik dileği ve selâmla karşılanacaklardır.” (Furkan 75)

Bu sure-i celilede “ibâdürrahmân”ın sekiz vasfı ifade buyurulmuştur, şöyle ki:

1- “Rahmân’ın has kulları yeryüzünde ‘hevn’ ile yürüyen, câhiller onlara laf attığı zaman, ‘selâm’ deyip geçen kullardır.” (Furkan 63)

Âlimler, âyet-i kerimedeki ‘hevn’ kelimesini, “sekînet, vakar, rıfk ve tevazu” kavramlarıyla açıklamışlardır. Ayrıca hevn kavramı, câhiliye dönemi insanının temel karakteri olan “kibirli, gururlu ve zorba” mânâsındaki ‘müstekbir’ kavramının zıddı olduğu belirtilmiştir.

Âyet-i kerimede müminlerin, kendilerine sözlü sataşmada bulunanlara, ‘selâm’ diyerek, yani (esenlik dileğiyle) karşılık verdikleri bildirilmekte; bu suretle bir bakıma İslam öncesi putperest insanların ortak zihniyetini ifade eden ‘câhiliye’ ile müminlerin ortak zihniyetini ifade eden ‘İslâm’ın zıt ve karşıt kavramlar olduğu ima edilmektedir.

Buna göre sözlü sataşmalarla sergilenen alaycı ve küçümseyici tavırlar, ‘câhiliye’ zihniyetinin kendini beğenmişlik, küstahlık, hoyratlık, saldırganlık gibi tutumlardan oluşan barbarlık ahlâkını; Müslümanların bu sataşmalara ‘selâm’la karşılık vermeleri de onların barışçı ilkelere dayalı uygarlık ahlakını ortaya koymaktadır.

Allahü Teâlâ’nın bu kulları, toplum içindeyken mütevazıdırlar. İnsanlara karşı merhametli ve naziktirler. İnsanlar kendilerini sinirlendirecek şeyler söylediklerinde ya da kendilerini kızdıracak davranışlarda bulunduklarında öfkelerine hâkim olabilirler. O insanlarla sâkin ve huzurlu bir şekilde konuşarak onların sinirlerini yatıştırmaya çalışırlar. Öfkelerini ve gururlarını kontrol eder ve gerginliği sona erdirebilirler.

Görüldüğü gibi; Allahü Teâlâ’nın bu sevgili kullarının birinci niteliği mütevazı ve alçak gönüllü olmalarıdır. Bu nitelik, insanlarla ünsiyet edip hoş geçinmenin şartıdır. Alçak gönüllü insanlar, beraber yaşadıkları insanlara güven verirler. Herkes tarafından sevilir ve sayılırlar. Böyle insanları Allah da sever. Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Kim Allah için huşûundan dolayı tevazu gösterirse, Allah onu kıyamet gününde yüceltir. Her kim kibrinden dolayı böbürlenirse Allah da onu kıyamet gününde alçaltır.” (İmam Ahmad)

Peygamberimiz her konuda olduğu gibi burada da bize en iyi örnektir ve Allahü Teâlâ O’nun örnek alınmasını emretmiştir. Şüphesiz tevazu konusunda en güzel örnek O’dur. Çünkü O, hiç ayırım yapmadan herkese tevazu gösterirdi. En yoksul insanların evine gider, onlarla ilgilenirdi. Bir ihtiyaçları ve sıkıntıları olup olmadığını sorar ve ihtiyaçlarını gidermeye çalışırdı. Efendimiz aleyhisselam, eshabı arasında oturduğu zaman, bir yabancı O’nu ayırt edemezdi. Çünkü O, arkadaşları gibi giyinir ve onların arasında otururdu. Bir yere gittiği zaman boş bulduğu yere otururdu…

(Devamı haftaya…)