Rachel'in Gazze'de ne işi vardı?
Dünyanın gözü önünde
günlerdir devam eden bir soykırım var. Bebekler, çocuklar, kadınlar, yaşlılar,
masumlar bir bir şehit oluyor. Yüreğimiz yanıyor, lokmalar boğazımıza
düğümleniyor. Gözü dönmüş katiller her yeri ateşe veriyor. İşgal, yıldırma,
sürülme, hapisler, ölümler… Yurtları, evleri, iş yerleri elinden zorla alınan
ve sürülen bir halk var orada. Siyonist İsrail, kurulduğu günden beri zalimlik
yapıyor.
Filistin’de neler
olduğunu az çok tarih bilenler bilir. Burada ayrıntıya girmeye lüzum yok.
Talihsizlik mi yoksa basiretsizlik mi, bunu da tartışmaya gerek yok. Meseleyi
Osmanlı’nın yıkılış dönemlerine götürüp “Araplar bizi sattı, arkadan vurdular.”
sözleriyle de açıklamak bir şey ifade etmiyor. Bunu anlamak için uzunca bir
tarihi dönemi bilmek ve tahlil etmek zorundayız. Osmanlı zayıfladıkça, ekonomik
ve siyasi olarak gücünü kaybettikçe hüküm sürdüğü her coğrafyada isyanlar
başladı. Bu isyanları destekleyen Avrupa ülkeleri oldu. Siyasi olarak
bakıldığında Orta Doğu’da da olanlar böyle. “Her ulus kendi kaderini kendisi
belirler.” diyenlerin başlattığı “ulus devlet” ideali imparatorlukları zora
soktu. Elbette dünyanın seyri de böyleydi. Tabii bir seyir diyebiliriz, bundan
etkilenmeyen imparatorluk da yoktur. Biz daha çok etkilendik. Bizi her şeye
rağmen ayakta tutan en güçlü bağ “din” idi. Zamanla ulusçuluk dini bağı da yok
etti. Böyle böyle kopuşlar sürdü. Bu rüzgârdan Araplar da etkilendi. Zaten
etkili fikir akımları Arap coğrafyasında da yayılmıştı. İngilizlerin de tesiri
ve yönlendirmesi ile bu coğrafyadaki ayrılıkçı Arap şeyhleri Osmanlı’ya karşı
harekete geçmişlerdi. Şerif Hüseyin bunların başı idi. Sonrasında yaşanılanlar
hepimizin malumu.
Kudüs niçin önemli?
Gazze bizim neyimiz? İlk kıble Kudüs, sadece bizim için önemli değil. Tüm
dinlerin kökü orada. Kudüs’ü görenler bilir, oradaki ortak kültürün izlerini,
yaşam biçimini, iç içe geçmiş hayatı görürüz. Kudüs sadece dini açıdan da
değil, devletlerin siyasi açıdan otoritelerinin temsil edildiği bir şehir. Şu
anda da öyle. Bazı devletlere ait kiliseler, okullar, temsilcilikler Kudüs’e
ait planları ve stratejileri göstermektedir. Bizim buradan çekilmemiz, Kudüs’ü,
Filistin coğrafyasını unutmamız mümkün değildir. Dini olduğu gibi tarihi
bağlarımız da var. Diğer taraftan orada cereyan eden siyasi olaylar bizi her
zaman etkilemiştir. Orada başlayan ateş, gün gelir bize de sıçrar. Sıçramasa
bile oradaki ateşten etkilenmemek mümkün değil. Dolayısıyla Türkiye bu
coğrafyanın en büyük ve köklü devleti olarak Filistin’de yaşanılanları tarihi
bir sorumluluk olarak masaya yatırmak zorundadır. Bu sorumluluk bize ecdattan
miras kalmıştır. Kudüs’ün son bekçisi de biziz.
Gelelim Gazze’ye.
Yıllardır orada bir abluka var. Nefes almak bile kontrol ile. İşgalci İsrail,
Müslümanların boğazına basmış durumda. Yedikleri içtikleri her şey onların
kontrolünde. Su, elektrik, ısınma, iskân vb. hayati konularda kontrolü
tamamıyla eline geçiren İsrail’e karşı ne yapılabilirse şimdi de o yapılıyor.
Oradaki başkaldırıyı tartışanların bu durumu görmesi gerekmez mi? Gazze’deki
çatışmaları, Hamas’ı anlamaya çalışmak gerekir. Stratejik olarak doğru mu,
yanlış mı? Nefes alamayan, boğazı sıkılan bir insanın kendini koruma ve can
havliyle gösterdiği tepkiyi nasıl yorumlayacağız? Ne diyeceğiz? Bırak kendini,
boğazını sıksınlar, biraz daha nefessiz kal mı, diyeceğiz? Gazze’de onur ve
insanlık mücadelesi verilmektedir. Gazze’ye açılan kapılar da kapalı. Gökyüzü bile
kapalı, orada da İsrail uçakları bomba yağdırıyor. Ne yapacak Gazzeli? Sırayla
ölecek mi?
Filistin’de yıllardır
acı ve gözyaşı var. Vatanından sürülen yüz binlerce insan var. Ancak dünyada
dini, dili ve milliyeti fark etmeksizin Filistinli Müslümanların yanında yer
alan vicdan sahibi ve ahlaklı insanlar da var. Hele onlardan biri var ki “Zulüm
bizdense ben, bizden değilim.” diyerek canını veren Rachel var.
Rachel, 16 Mart
2003’te Gazze Şeridi’nin güneyindeki Refah’ta İsrail buldozerinin altında
ezilerek öldürülmüştü. Rachel’in orada ne işi vardı? Rachel, Filistin'deyken
tanıştığı Samir Nasrallah'ın ailesinin evini yıkmaya çalışan İsrail
buldozerinin karşısında duruyordu. Peki, biz şimdi neyin karşısında
durabiliyoruz? Rachel canını verdi ve ardından “Gökyüzü Ağlıyor” dediler.
Filistin’de iken annesine yazdığı bir mektupta Rachel Corrie oradaki yıkımı ve
zulmü şöyle ifade etmiştir: “Dünyada böyle bir zulmün kıyamet koparmadan
gerçekleştirilebileceğine inanamıyorum. Dünyanın böyle korkunç bir hâle gelmesine
göz yumuşumuza tanıklık etmek canımı yakıyor, geçmişte de yaktığı gibi."
Türkiye’deki Kudüs ve
Gazze hassasiyeti biliniyor ama yine de bazı çevrelerce dillendirilen utanç
verici, insanlıktan yoksun sözler vicdanımızı yaralıyor. Rachel kadar olamadık
ama onun yolunda olalım. Şimdi tekrar soralım: “Rachel’in Gazze’de ne işi
vardı?”