Puslu dünyalara yolculuk
Estetiğin amacı, insanda duyarlılık yaratmaktır. Uyuşan, uyuyan ve körelen taraflarımızı canlandırmak, diriltmek ve görmek, sanatın ve estetiğin varoluşumuzda gerçekleştirmeyi amaçladığı durumlardır. Fotoğraf, heykel ve resim, insanlığın duyarlılığını, düşüncesini ve düşünü canlı tutmak için ürettiği ve yarattığı üç temel sanat alanıdır. Resim ve heykel, insanlık tarihinin en eski dönemlerinden beri insanın yaşadığı hikayeleri kalıcı hale getirmek için ve duyarlılık yaratarak insanlığa miras bırakmak için başvurduğu iki temel sanat faaliyetidir. Günümüzde fotoğrafçılığın teknoloji sayesinde gelişmesi sayesinde insana ve doğaya dair her şeyin fotoğrafın çekilmesi, neredeyse olmazsa olmaz bir ihtiyaç haline gelmiştir.
Resim, heykel ve fotoğraf, cansız nesneler veya tablolar değildirler.
Resimde, heykelde ve fotoğrafta gizemli
diller, mesajlar, hafızalar, düşler ve düşünceler vardır. İnsan, resimde,
heykelde ve fotoğrafta kendini yeniden var etmekte, varoluşunun olup biten bir
şey olmadığını, varoluşunu sürekli olarak var etmenin resim, heykel ve fotoğraf
gibi sanat imkanlarıyla mümkün olduğunu ortaya koymaktadır. Resme, heykele ve
fotoğrafa baktığımız zaman, aslında bu üç sanat faaliyeti bize şu mesajı vermektedir:
Varoluş devam etmektedir.
Resim, heykel ve fotoğraf, aslında birbiriyle içiçe geçen faaliyetler
olmalarına rağmen, çoğu zaman bu üç sanat faaliyeti için ayrı etkinlikler
düzenlenmektedir. Resim, heykel ve fotoğrafın bir araya geldiği çok önemli bir
sanat etkinliği Prof.Dr. Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde
gerçekleştirilmektedir. Prof.Dr. Yurdagül Mehmedoğlu’nun hat ve tezhip
çalışmaları, Heykel sanatçısı ve Kocaeli Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Metin Kar’ın çalışmaları, fotoğraf
ve dijital resim sanatçısı Ömer İzgeç’in çalışmalarını içeren “Puslu Parça”
ismiyle bir araya getirilen eserler, Prof. Dr. Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde (Galeri A+B) sergilenmektedir. Resim, heykel ve
fotoğrafın bir araya getirildiği Puslu Parça sergisi, tam anlamıyla üç sanat
dalına dair eserleri birarada sunmayı başaran tam bir sanat şöleni olarak
nitelenmeyi hak eden bir nitelik taşımaktadır.
Din eğitimi alanında yetkin bir akademisyen olan Prof.Dr. Yurdagül
Mehmedoğlu, sanat alanında ortaya koyduğu faaliyetlerle çok yönlülülüğünü ve
yaratıcılığını sergilemektedir. Birçok
yurtiçi ve dışı sergilerde eserleriyle yeralan Yurdagül Mehmedoğlu, bu serginin
küratörlüğünü yapmaktadır. Mehmedoğlu’nun tuval üzerine yaptığı akrilik ve
karışık çalışmalar, serginin adına
yakışır bir şekilde tamamen birer puslu
parça olmayı hak etmektedirler.
Her üç sanatçının eserlerinde, insan hayatında her şeyin üstüne bir müddet sonra
puslu bir havanın düştüğünü ve puslu havanın altında kalanı fark etmenin zorluğunu
hissediyorsunuz. Kelimelerimiz, harflerimiz, dillerimiz, göçlerimiz dahil, her
şeyin üstüne puslu bir hava düşmektedir. Dillerimizin, göçlerimizin ve hikayelerimizin
üstüne puslu havaların düşmesi, onların unutulması ve anlamsızlaşması anlamına
gelmemektedir. Hayatımızın bazı bölümlerinin puslu parçaya dönüştüğü anda
devreye resim, heykel ve fotoğraf gibi sanatlar girmelidir. Resim, heykel ve fotoğraf,
puslu parçanın arkasında ne olduğunu ortaya çıkarmayı amaçlayan, hafızayı ve
düşünceyi yeni bir dille günışığına çıkarmayı amaçlayan sanat dilleri ve dillerin sanatları olarak
varoluşsal işlevlerini yerine getirmektedirler.
Bireyin
dünyasında ayrılık ve göç gibi hususlar çok öznel izler bırakmakta, yoğun
altüst oluşların yaşandığı puslu parça olarak bireyin varlığına kazınmaktadırlar.
Bireyin varlığına kazınan puslu parçanın unsurları olarak meçhule yapılan
yolculuk, yeni yurtlar yapabilme girişimi, köklerinden koparak başka dünyalarda
yeniden kök salma, yeniden başlama ve hep umudun peşinde gitme motivasyonunu sayabiliriz.
Puslu parça, aslında insanın kendi hikayesiyle yeniden yüzleşmesidir. Puslu
parça, aslında yeni dünyaları ve hayatları gerçekleştirmenin mümkün
olduğunu resimle, heykelle ve
fotoğrafla ifade etmeyi amaçlayan bir faaliyettir. Puslu Parça sergisinin
sanatçıları, serginin felsefi arka planını şu sözlerle ifade ederek mesajlarını
vermekte ve bizi puslu parçanın arkasındaki hikayeyi yeni bir dille çözmeye
davet etmektedirler: “Diller,
kaynakları, özellikleri ve ömürleri ne olursa olsun insanın varoluş macerasında
hafıza ve düşünce işlevini gören mevcudiyetlerdir. Dil üzerinden insanın
konuşabilen bir varlık olduğunu hatırlamak, onun anlatısını mümkün kılan akılcı
yönün sürekli muhafaza edilmiş olduğunun altını çizmektir. Bununla beraber,
konuşabildiğimizde rasyonel bir eylemi gerçekleştirmekle kalmayıp çeşitli
akletme biçimlerini ve dünya tasavvurlarını var etmiş oluruz. Bu açıdan,
konuşabilmek, dilin her koşulda insanın anlam dünyasını var etme/var olma
durumu olarak da anlaşılabilir. Dil, bir kez varolduktan sonra, kendinde olduğu
kadar bireyin evreninde de ilk rasyonel ve tekil anlamlarından, sembolik,
mecazi olanlara kadar birçok söyleme imkanına açılır. Dil, görünürdeki
tekilliğinden yani ilk anlamlardan, anlamı çoğaltan bir düzleme taşındıkça
farklı varoluşlara ve anlatımızı özgürleştirmeye olanak tanır. Böyle
bakıldığında dil, bir nesne olmaktan çok, içinde oluşumuzu varettiğimiz,
sınır-eşik durumları ile bizi çizen/tasvir eden/anlatan büyük bir açık alandır.
(open space). Kuşkusuz, birçok tarzla olduğu gibi sanat yoluyla
konuştuğumuzda, dilin varlığını çoğaltan o açık alanı idrak edebiliriz.”