Püf noktası
Sabır taşı değil;
Sn. Ahmet Davutoğlu, seversiniz ya da sevmezsiniz, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanlık makamına oturmuş bir kimliktir. Aynı zamanda Dışişleri Bakanı ve Ak Parti Genel Başkanı olarak ta, bir dönem Sn. Erdoğan’a yol arkadaşlığı yapmıştır. Hatta ve hatta 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce, “Sn. Recep Tayyip Erdoğan hepimizin ortak adayıdır” ifadeleriyle tarafını belli etmiştir. Ama 31 Mart 2019 yerel seçimlerinden sonra, yani Ak Parti’nin üç büyükşehir belediye başkanlığını kaybetmesiyle, her şey büyüsünü biranda yitirdi… Zira aynı Sn. Davutoğlu’nun, seçimlerin akabinde yayınladığı manifesto; zamanlama, şekil ve üslup bakımından oldukça ilginçti.
İlginçlik nerede mi? Tam AK Parti’nin tepeden tırnağa bütünlük sergilemesi gereken bir zamanda, yüksek perde eleştiriler yöneltmesi birinci ilginçlikti… Bunu sosyal medyadan kamuoyuna açık yayınlaması ise ikinci… “Ne yani eleştiremez mi” demeyin hemen… Tabi ki herkesin seviyeli eleştiri hakkı vardır, olacak, olmalı da… Fakat konu Sn. Erdoğan’a bir telefon kadar yakın Sn. Davutoğlu’ysa ve bunu medya aracılığıyla yapıyorsa, durup düşünmek gerekiyor.
Mesela kendinizden dem vurun... Siz hiç aile meselenizi, kamuoyuna açıklar mısınız? Yoksa aile bireyleriyle kendi aranızda mı çözmeye çalışırsınız? Bana kalırsa işin püf noktası da burası… Çünkü Sn. Davutoğlu ilerleyen günlerde de aynı yolda giderek, çıtayı yükseltmeyi tercih etti her nedense. Hele “konuşursam…” diye başlayan bir takım sözleri var ki, inanın kendisine hiç yakışmadı. Ve ipleri de aniden kopma noktasına getirdi.
Hadi onu geçtik… AK Parti'den ihracı istenen isimlerden Sn. Üstün’ün; "İhraç süreci başlatılacağı düşünülmüyordu” ifadelerini duyunca bir yaşıma daha girdim. Yahu yeni parti söylemleri ve böyle bir çıkıştan sonra bunu kim beklemez? Sanki Sn. Erdoğan ve milyonlarca AK Partili, Sn. Davutoğlu ve arkadaşlarından bu tarz bir hareket bekliyordu… Pes doğrusu… Oysa böylesine girdaplı bir gündemde, Sn. Erdoğan’ının yanında yer alarak, hem fikirlerine hem de Türkiye’ye katkı sunabilme imkânları vardı.
O yüzden Sn. Davutoğlu’nun da dediği gibi “Bir muhakeme döneminde olduğumuz” doğrudur. Ama muhakeme tek taraflı olmamalı… Neticede karşısındakiler de sabır taşı değil. Eğer öyle olsa bile, bir müddet sonra, o’nun da çatlayacağını herkesin bilmesi gerekirdi.
Artık kadın eli, ana yüreği ve aile şefkati değmişti bir kere;
“Ana gibi yar olmaz” değimine bugünlerde şahidiz. Bunu tekrar bizlere hatırlatan, HDP Diyarbakır İl Başkanlığı önünde eylem başlatan ve oğluna kavuşan Hacire Akar oldu. Sonucunda da cayır cayır yanan bir ana yüreği karşısında, kimsenin duramayacağı bir kes daha ispatlandı. Tıpkı çakalların arasından, yaralı yavrusunu kurtaran bir anne ceylan gibi…
Ama cesaret bulaşıcı bir hasletti. Nitekim Hacire Akar, çocukları dağa kaçırılan diğer ailelere de adeta ışık oldu. Ve HDP Diyarbakır İl Başkanlığı önünde eylem yapmaya başlayan aile sayısı, kısa süre içerisine yirmilere ulaştı. Muhakkak bu tablo karşısında, “Keşke aileler çocuklarına daha evvelden sahip çıksalardı” diyenler vardır. Gel gelelim, “Zararın neresinden dönülürse kardır” sözünü de unutmamak lazım…
Bu olayı önemli kılanın ne olduğuna gelince… Artık terörle mücadeleye kadın eli, ana yüreği ve aile şefkati değmişti bir kere… Çocukları Paris’te, Münih’te, Londra’da fink atanlara kanmayan ve canını ortaya koyan bir mücadele örneği veriliyordu. Terör örgütünün bölücü, yalancı, katil ve birilerinin taşeronu olduğunu anlayanlara da dönüş kapısı aralanmıştı. Tabi devletimizin özverisi ve güvenlik güçlerinin başarılı operasyonlarının da bunda payı büyüktü.
Evet, şimdi ise sıra tüm siyasi partiler kadar, STK, sanatçı, aydın, yazar, çizer bütün vicdanlı insanlara gelip çattı. Kısacası etek boyu ve şort ile uğraşmak yerine, herkes buradaki analara çapı ölçüsünde sahip çıkmalı… Yoksa yasak savarcasına sadece “yanındayız” demekle, bir arpa boyu yol alınamayacağı malum. Çünkü bu anaların çektiği acı ve yaşanan trajedi, bazılarının “dostlar alışverişte görsün” şeklinde açıklama yapmasından daha fazlasını hak ediyor.