Psikolojiniz nasıl?
Depremler ara vermiyor, “virüs kapma endişesi” sosyal medyadaki “fake” paylaşımların da etkisiyle yayılıyor, hemen her güne bir acı haber ile uyanıyoruz;
Şehit haberleri, çığ altında kalanlar, sarsıcı cinayetler...
Bir habere takılıyor gözümüz; “küresel ısınmadan” dolayı göllerimiz kuruyormuş…
İklimler bir tuhaf oldu, bizim köyde hayli vakittir “kiraz” olmuyor, ağaçlar küsmüş gibi…
Başka başka şeyler…
Bazı “kadın” programlarından sürekli olarak toplumun psikolojisini bozacak mesajlar veriliyor mesela…
Gergin, mutsuz, öfkeli, kompleksli “feminist” suratlar, “iyi işler yapıyormuş” görüntüsü altında başta ailemiz olmak üzere, memleketimizi ayakta tutan ne kadar değer varsa saldırıyor, aşındırıyor…
Politikacılar öfkeden kabarmış suratlarla birbirlerine hakaret ediyor…
Ekranlarda kamplaşma, ikiye ayırmışlar, “Her şeye karşı çıkanlar” ile “Her şeyi savunanlar” arasındaki “horoz dövüşlerini” izlemenin gerginliği…
Batı’da eğlencelik, seyirlik bir “oyun” olan futbol, bizde “kamplaşmayı” tırmandırmaktan başka işe yaramıyor.
FETÖ meselesinin memleketin psikolojisini ne denli bozduğu malûm; en sağlam bilinen oluşumlar bile “Sizin etrafınızda da hâlâ var mı?” sorusuna, “Olabilir!” karşılığını veriyor.
Dar gelirlinin ve esnafın “ayakta durma” çabası da müzmin sıkıntı olarak devam ediyor.
Kendimi bildim bileli böyle bir durum vardır, hatta atalarım da kendilerini bildi bileli…
Garibanın derdi her dönemde aynı dert.
Zor günlerden geçiyoruz, çok zor…
Bu zorluklarla büyüyen genç kardeşlerimizle konuştuğumda, çok sıkıntılı “ruh hallerinde” olduklarını görüyorum.
Bizler, bin türlü sıkıntıyı yaşamış, feleğin çemberinden geçmiş vatan evlâtları olarak daha dirençli olabiliriz ama çocuklarımız ve gençlerimizde “endişeli” ruh hali gittikçe belirginleşiyor, bunu net bir şekilde görüyorum.
Çoğu gelecekten endişe ediyor, fazlasıyla gergin, her an “kötü bir şey olacakmış” hissiyle yaşıyor.
Tehlikeli durumların farkına varılmasını ve tehlikeden kurtulmak için gerekli davranışların gerçekleştirilmesini sağlamak bakımından “yararlı” bir “dürtü” olan “endişe” (anksiyete), normalin ötesine geçip, bir “bozukluk” halini aldığında hayatı zehir ediyor.
Günlük aktivitelerini ve sosyal ilişkilerini sağlıklı bir şekilde sürdüremez hale geliyor insan.
Gergin, kaygılı, sıkıntılı, odaklanma sıkıntısı çeken, titremelere engel olamayan…
Bu hallerden bir bölümü sizde olabilir, büyük ihtimalle vardır.
Bu kadar çok olumsuz “sinyal” alan bir toplumun fertlerinde psikolojik sıkıntıların meydana gelmemesi çok zor.
Bunlar, “küresel ilaç tacirlerinin” işine gelen durumlar. “Üretilmiş virüslerden” nice milyar dolarları götüren “küresel ilaç tacirleri”, elbette “ilaçlarına bağımlılığı gittikçe artan toplumlar” arzu ederler.
Psikiyatri ilaçları da, bu sektörün “küresel devlerine” en fazla kazanç sağlayan bölümü oluşturuyor.
Bağımlılığımız arttıkça, işgal edilmiş oluyoruz; bugünkü savaşlar toptan tüfekten ziyade; “deprem”lerle, “virüs”lerle, “ilaç”larla…
Daha çok da, “zemindeki değerlerin aşındırılmasıyla”..
Dertleri sıralamak kolay, mesele çözümleri bulmakta.
İman dolu yüreklerin birçok sıkıntıyı çok daha kolay bir şekilde aşması beklenir lâkin bizim “eğitim” modelimizde ya da modelsizliğimizde gençleri bu tür duygulardan uzaklaştıracak her bir şey var!
Buraya el atılmalı desek, kim el atacak, ve nasıl?..
Kestirmeden ve de “palyatif” bir yöntem olarak, il, ilçe milli eğitim yöneticilerinin çevrelerindeki “uzman psikologlardan” daha fazla yararlanma çabasına girmelerini tavsiye etsek…
Aileleri, çocukların ve gençlerin psikolojik sağlıklarına daha fazla ihtimam göstermeye çağırsak…
Alandaki hekimlerimizden de…
Haddimizi aşmış olmayacaksak eğer…
Her vakada “psikiyatri ilacı” yazmamalarını, farklı yöntemlere öncelik ve ağırlık vermelerini istirham etsek…
Hani, başka alanlardaki hekimlerimize “Her vak’ada antibiyotik yazmayın!” demek normal kabul ediliyor ya…
Bu da bu türden bir “istirham” olsun; malûm yan etkisi olmayan ilaç yok!..
Zor bir süreçten geçiyoruz, çok zor.
Böylesi ortamlarda, “Dua Mü’minin Silahıdır!” gerçeğini akıldan çıkartmamak…
“Dua”yı eksik etmemek…
Varsa gerçek dost, onunla “sohbetleri” arttırmak…
Kafa dağıtacak faydalı meşguliyetler bulmak…
Biraz yürüyüş, kültür fizik…
Sosyal medyada geçirilen vakti biraz azaltmak…
“Politikanın” kısır çekişmelerinden mümkün olduğunca uzak kalmaya çalışmak…
Biraz daha “tasarruflu” yaşamak, “milimalizm”e doğru yol almak…
Ve elbette…
Dünyanın “ölümlü” olduğu gerçeğini unutmamak…
Merhum İstiklâl Şâiri’nin buyurdukları gibi;
“Allah’a dayan sa’ye sarıl hikmete râm ol..
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yo!”