Psikolojik afet olarak deprem
Arka arkaya gerçekleşen iki büyük deprem sonucunda on ilimiz birer harabeye dönmüş durumdadır. Binlerce insanın hayatını kaybettiği ve yaralandığı deprem, yüzyılın en büyük felaketlerinden biri olarak nitelenmektedir. Gün boyunca televizyonlardan ve sosyal medyadan yıkılmış binaları, enkazlardan kurtarılan insanları, arama kurtarma ekiplerinin çalışmalarını ve su dahil en temel ihtiyaçlarını karşılayamayan evsiz barksız kalmış insanların dramını izliyoruz. Deprem, sadece fiziksel olarak şehirlerimizi, evlerimizi ve yollarımızı harap etmemektedir. Depremin harap ettiği görünmeyen alan ise duygularımızın, düşüncelerimizin ve düşlerimizin olduğu insan psikolojisidir. Deprem, doğal bir afet olduğu kadar her yönüyle tam bir psikolojik afet olarak nitelenmeyi hak etmektedir.
Ülkemizin deprem
kuşağında olduğu bilinmektedir.Mevcut felaket bölgesinde büyük bir depremin
olacağına dair uyarılar yapılmıştı. İstanbul ve Marmara bölgesi için de bilim insanları tarafından büyük
felaket uyarıları yapılmaktadır. Deprem olmadan önce yapılan uyarıların ciddiye alınmadığı veya ihmal edildiği
görülmektedir. Deprem olduktan sonra ortaya çıkan ağır insani, fiziksel ve
maddi maliyet, depremin ihmal edilecek bir şey olmadığını herkese fark
ettirmektedir. Depremin etkileri ortaya çıktıkça herkes depremin oyun
olmadığını anlamaktadır. Deprem, insanın zihinsel, duygusal, sosyal ve
psikolojik sağlığını sel, çığ ve
yangin gibi afetlerden daha fazla darmadağınık etmektedir.Depremden sonra
insanlar, psikolojik bir enkaza dönüşmektedirler. Deprem, felaket bölgesinde
yaşayan herkesi etkilemekte ve enkaza
çevirmektedir. Deprem bölgesinde
yaşayan herkes, depremin mağduru ve kurbanıdır. Depremin insanları
psikolojik bir enkaza çevirmesi, ani ve beklenmedik bir şekilde olmaktadır. Her
şeyin normal gittiği bir anda hiç umulmadık bir şekilde deprem, herşeyi enkaz haline getirmektedir.
Depremin psikolojik yıkımından kaçmak mümkün değildir. Depremin şoku atlatıldıktan sonra insanlar,
depremin hayatlarında yarattığı maddi,
manevi, sosyal, ekonomik ve psikolojik yıkımın farkına varmaktadırlar.
Depremin fiziksel yıkımını onarmak zor ve uzun süreli emeği gerektirdiği gibi, depremin
psikolojik enkazının altından kalkıp
toparlanmak ve iyileşmek de kolay değildir ve yılları gerektiren bir süreci
gerektirebilmektedir. Depremin enkazının
altından kalkmak için sabra, zamana ve
emeğe ihtiyaç vardır.
Deprem, insanların
hayatlarında her şeyi alt üst etmektedir. Depremden dolayı insanlar, sevdiklerini, arkadaşlarını, evlerini, mallarını
kaybetmektedirler. Depremdeki kayıpların bir daha geri dönüşü mümkün değildir. İnsanlar,
depremden sonra uzun yıllar yaşadıkları
ve alıştıkları yerleri değiştirmekte, kendilerini güvende hissedecekleri
yerlere taşınmaktadırlar.Depremden sonra “Antakya diye bir yer artık yok!”
“Maraş artık eski Maraş değil!” gibi ifadeler, insanların uzun yıllar yaşadıkları yerlerin artık kendileri
için yaşam alanı, fiziksel, sosyal ve kültürel referans olmaktan çıktığını
anlatmaktadır. Evlerini kaybeden
insanlar, akrabalarının yanına taşınmakta,
yurtlara, çadır kamplara, spor
salonlarına yada benzeri yerlere
yerleştirilmektedirler. Evlerinin
dışında zor şartlar altında
yeni mekanlarda yaşamaya çalışmak, insanların psikolojik ve sosyal uyumsuzluklar
ve dengesizlikler yaşamalarına neden olmaktadır. Deprem mağdurlarının felaketten sonra yaşadıkları en önemli psikolojik sorun, barınma sendromudur.Yeni
mekanlara alışmaya ve yaşamaya çalışmak, yeni koşullarla başa çıkmak için
mücadele etmek kendisiyle beraber barınma sendromunun ağır geçmesine neden
olmaktadır.
Bütün deprem
mağdurları, yaşadıkları ağır felaketi ve kayıpları kendi dünyalarında
yeniden anlamlandırmakta ve değerlendirmektedirler. Yapılan değerlendirmeler
sonucunda herkes, kendisine göre
yaşanılan felakete psikolojik, duygusal, manevi ve sosyal bir cevap geliştirmektedir. Deprem
sonrasında ne olduğu ve bundan sonra
neler yapılabileceği sorularına sağlıklı ve verimli cevapların bulunması büyük önem taşımaktadır. Mağdurlar, yaşadıkları felakete karşı bir psikolojik karşılık geliştirirken
olabildiğince dikkatli davranma ve
bilgiye dayanma eğilimi içindedirler.
İnsanların kendi acılarını yaşamaları
için onlara psikolojik ve sosyal alan yaratılmalıdır. Mağdurların
yaşadığı korkular, rahatsızlıklar normal görülmelidir. Mağdurları geleceğe
hazırlayan psiko-sosyal destek sunmak
hepimizin görevidir.Mağdurların sağlıklı ve sistematik biçimde yaşanılan
gelişmeler hakkında bilgilendirilmesi ve kendilerine karşı duyarlı davranılması
büyük önem taşımaktadır.
Deprem, bireyin
hayatını enkaza çevirdiği gibi, sosyal
yapıyı da enkaz haline getirmektedir. Depremden sonra aile içi çatışmalar
artmakta, çocuklara yönelik istismarlar olmakta, şiddet ve suç
yaygınlaşabilmektedir. Depremin ilahi bir ceza olduğu söylemiyle insanları kontrol etmeye ve yönlendirmeye çalışan yapıların faaliyetlerine karşı uyanık
olunmalıdır. İstismarcı grupların, insanların zayıf ve kırılgan durumlarını
kendi karanlık gayeleri için kullanmalarına izin verilmemelidir. Bireylerin ve toplumun birlikte depremin
oluşturduğu enkaza karşı birbirleriyle
dayanışma içinde olması ve birbirini güçlendirmesi önem taşımaktadır. Deprem sonrası oluşan
umutsuzluk ve tükenme sendromuna karşı hep birlikte dayanışma ve güçlenme motivasyonuyla depremin enkazını ortadan kaldırmak ve “güzel güneşli günler görme” umudunu birlikte
görmek için seferber olmaya birbirmizi
motive etmeliyiz.