Prusya'dan Asya'ya…
Bir zamanlar irili ufaklı
dört yüz elliden fazla prenslikten oluşan Almanya’da ilk olarak 1819 yılında
Prusya’da Maasen Tarifesi’nin kabulü ile başlayan ticaret engellerinin
kaldırılması süreci; daha sonra 1834 tüm alman devletleri arasında gümrük
birliğinin sağlanmasına ve en nihayetinde de Prusya ile diğer küçük Alman
devletlerinin Bismarck tarafından birleştirilmesine kadar devam etti. Ticaret
merkezli tarihsel bir yolculuk, ortaya dünya siyasi ve ekonomi tarihinin tüm
dengelerini alt üst edecek bir başrol oyuncusu çıkardı: Alman İmparatorluğu
Bilimle harmanlanan Alman
milliyet bilinci sadece yarım asır sonra öyle bir hale geldi ki Almanca konuşan
halkların bir bayrak altında toplanması projesi çerçevesinde dünya ateşe
verildi, tarihin en büyük faciası yaşandı.
Ticaretle başlayan
muazzam bir yolculuk zora dayalı siyasetin peşinde heba edilse de, yaklaşık bir
asırlık bir süreç dahilinde eğer doğru bağlar kurulursa nelerin başarılacağı,
hangi tehlikeli sokaklara dalınırsa da ne türlü felaketlerle karşılaşılacağı hususunda
soydaşlık bağları olan ülkelere muazzam bir tarih dersi ortaya çıkmış oldu.
Daha sonra Avrupa
Birliği’ni oluşturacak olan düşünce otoriteleri Almanya’nın bu yolculuğundan
önemli dersler çıkararak önce ticaretle bağların kurulmasına ve ekonominin
merkeze konulmasına ciddi şekilde dikkat ettiler.
Özellikle İşlevselcilik
yaklaşımının en büyük temsilcisi olan David Mitrany, devletlerin
egemenliklerinden bir parça vazgeçebilmelerinin bunun karşılığında fayda
sağlamalarına bağlı olduğunu, buna giden yolu da uluslararası ticaretin açacağını,
uluslararası ticaretin uluslararası işbirliğini tetikleyerek başarılı
olacağını, ortaya çıkacak uluslararası örgütlenmelerin bu süreçleri yönetmede
önemli aktörler haline geleceklerini ve dayanışmanın çatışmayı engelleyeceğini,
uzlaşmanın yöntem haline geleceğini ifade etmiştir. İşlevselciliğin pratiğe
dönüşü de Avrupa Birliği’ni oluşturan iki temel kurum olan Avrupa Kömür ve
Çelik Topluluğu ile Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu oldu.
Şimdi yüzümüzü kendi
coğrafyamıza döndüğümüzde, önümüzde bunca iyi ve kötü örnekler mevcutken “Tük Dünyası ile sıkı bir ticari iş birliğine
girmenin zamanı gelmedi mi?” diye soruyorum. Bahsettiğim sıkı iş birliği
bugünkü al ver ticareti şeklinde değil ama. O coğrafyaya ciddi teşviklerle
yatırım yapacağımız ve yatırımlarımızla kazandıklarımızı yine o coğrafya da
bırakacağımız, yeni yatırımlara döndüreceğimiz, en iyi hocalarımızdan bir
kısmını o coğrafyanın üniversitelerine göndereceğimiz, spor kulüpleri satın
alarak ülkemizden transferlerle destekleyeceğimiz, dizi-sinema alanında
yatırımlar yapabileceğimiz, dünyaya o coğrafyayı tanıtma da her türlü yumuşak
gücü devreye sokacağımız ve tüm bunları da ticarete konu değerlere çevirip
ekonomik faaliyetleri destekleyeceğimiz bir süreçten bahsediyorum.
Nüfusu görece küçük ve bu
yatırımların en hızlı şekilde geri dönüş vereceği ülkeyi seçmek çok önemli.
Fakat aynı zamanda kaynak bakımından yatırımlarımızla en iyi eşleşmeyi
sağlayacak devleti bulmak da öyle.
Örneğin,
Kazakistan 5,4 milyar ton petrol, 3 trilyon metre küp doğalgaz ve 31,3 milyar
ton kömür rezervine sahip. Dünya çapında rezervler bakımında tungstende
birinci, krom ve manganez de ikinci, borda üçüncü, molibden ve fosfatta
dördüncü, bakırda yedinci olduğu gibi uranyum
üretiminde birinci durumda. Demirde de bilinen dünya rezervlerinin %10’una
sahip. Üstelik yıllık 30 ton civarındaki altın üretimi gerçekleştiriyor.
Kırgızistan’da yıllık
altın üretimi 80 ton civarında. Dünya antimon talebinin % 13’ü ve cıva
üretiminin % 11’ini karşılıyor. Kömür, ham petrol, doğal gaz, uranyum, çinko,
kalay ve tungsten gibi stratejik öneme sahip yer altı kaynakları da mevcut.
Özbekistan doğal gazı ile
öne çıkıyor. 5 trilyon 95 milyar metreküplük rezerve sahip. Ayrıca yıllık 80
ton kadar altın üretiyor. Uranyum cevherleri açısından da dünyanın en zengin
ülkelerinden biri.
Azerbaycan ise tam
anlamıyla bir enerji tarlası. Ülkenin %70’i petrol ve gaz yataklarıyla kaplı.
Bunlar göz önünde
bulundurulduğunda hangisiyle olursa olsun Türkiye’nin soydaşları ile çıkacağı
yolculuğun Alman milletlerininkinden çok daha etkili olacağı ortada. Ticaretin
merkezde olduğu ciddi planlara, özellikle yatırım planlarına ihtiyaç var.
Dünyanın bu bölgesindeki ülkelere yatırım yapmak için hazır bekleyen fakat o
coğrafyadaki siyasi dengelerden ötürü girişimde bulunamayan Körfez ülkeleri bu
işin sermaye tarafında önemli görevler üstlenebilir durumdalar. Bölge
ülkelerine orkestra şefliği yapabilecek bir Türkiye algısı ortaya çıkarsa
yanımızda seve seve yer almaları mümkün. Böyle bir konsepte Rusya bugünkü
durumu sebebiyle bölgede güçlü olan Çin’i dengeleyecek yeni bir inisiyatif
olacağından kök salana kadar kısa vadede ses çıkarmaz.
Çin ise körfez ülkelerini
diğer ülkeler gibi borçlandırarak satın alamayacağından ve Bir Kuşak Bir Yol
Projesi üzerindeki ya da çevresindeki Hindistan harici hiçbir aktörle en
azından şimdilik çatışamayacağından en fazla ilgili ülkenin siyasi otoritesinin
değişmesi için girişimlerde bulunabilir.
Elbette böyle güçlü
aktörlerin faal olduğu bir coğrafyada uzun vadeli planlar yapmak ve hayata
geçirmek çok zor. Burada da en büyük iş kadim gücümüz olan Milli İstihbarat
Teşkilatı’na düşüyor. Üniversitelerden siyasete, sanayiden ticarete, sanattan
spora her yerde var olmamız, tutunabilmemiz için istihbaratın ve
faaliyetlerinin çok güçlü olması lazım.
Ben yakın zamanda
Devletimizin teşvik ve koordinasyonlarıyla bu alanda önemli adımların
atılacağını ümit ediyorum.
Ne de olsa güneş artık
Asya’nın üzerinde çok daha göz kamaştırıcı şekilde parlıyor….