Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
25 Kasım 2018

Provokasyonlar neden bitmez?

Tarihin tekerrürden ibaret olduğu savı ilk mektebe giden çocuklarımızın diline yerleşir yerleşmesine de tarihten gerekli ders ve ibreti alma konusunda ehil kâmil insanlar dahi sınıfta kalır. Coğrafi konumu, tarihsel geçmişi, sosyo-kültürel yapısı sebebiyle bizim gibi ülkeler oyun ve entrikalar doğuran topraklardır; tamam da neden bir türlü geçmişten gerekli ders çıkartılmaz?

Batılının rasyonelliğine karşılık Doğulunun duygusallığı hepimizin malumu! Her fırsatta tembel Doğulu üzerine eklemlenen bu duygusallık çalışkan Batılının akılcılığının gölgesinde kalır ve olumsuz bir kimliğe bürünür.

“Kim bilir, belki bu zannettiğimiz ya da bize öğretildiği gibi bir olumsuzluk değildir” diye cümle kurasımız gelir de bizdeki heyecan ve fevriliği görünce bu cümleler, kalemlerin için kaçar!

Coğrafyanın karakter üzerindeki etkisi Doğuluyu sabırsız, miskin ve bir o kadar da heyecanlı, duygusal edebilir. Zaten iklimin karakter üzerindeki etkisi çoktan kabul edilmiş bir teori. Lakin anlamakta zorlandığımız bir güce, birlikteliğe dönüştürülmesi mümkün duygusallığın hâlâ bir zafiyet, hassas bölge olmaya devam etmesidir.

Bir fotoğraf, iki satır yazı üzerinden harekete geçirilen insanlar her zaman için oyun kurucuların iştihasını kabartacak, işlerini kolaylaştıracaktır. Medyanın, algı yönetiminin başat gücü olduğu bir dönemde toplum galeyana getirmek yapılacak en kolay iş!

Çok eskiye gitmeye gerek yok! Daha dün Gezi Olaylarını, 17-25 Aralık, 15 Temmuz Darbe girişimlerini yaşamış bir toplumun fertleri olarak duygularımızın bu kadar harekete geçirilmesine izin vermememiz gerekir.

Gerçekten hangi mahallede olduğumuzun önemi yok! Bir ülkedeki kaos, darbe, çöküntü, savaş insanları ayırt etmeden herkes vurur! Yanı başımızda yedi yıldır devam eden bir savaşa en yakın tanıklık eden insanlar olarak her zaman daha akıllı, sağduyulu, vicdanlı ve muhakemeli olmamız gerekmez mi?

Eften püften bir hadise, uyduruk bir sitenin haberinden veya fake bir hesaptan yayılan şaibeli, soru işaretleri ve ünlemler barındıran münferit hadiseler karşısında soğukkanlılığımızı ve ölçüyü kaybetmeden davranmayı neden öğrenemiyoruz?

Tek bir işaret fişeğiyle sloganlarla çevrelenmiş bir dünyayı yansıtanlar, mağduriyet algısını yapıştırdıkları kimlikleriyle insanları kışkırtarak aynı tavrı bekleyen, bunu göstermeyenleri de korkaklık veya oportünist olarak niteleyen hatrı sayılır oranda insan mevcut!

İşte duygusallığın tek korkunç yönü bu olsa gerek! Kontrolsüz duygusuna eşlik etmeyenleri mimlemek yahut değersizleştirmeye çalışmak, ölçüsüz oranda taarruza geçen ve kendi taifesini şeksiz şüphesiz haksızlığa uğramış görmek bunların ortak özelliğidir.

Her mahallenin böyle şövalyeleri vardır elbette, ama mevzuların değişmesine göre mahallelerdeki bu oran iner veya çıkar; stabil bir durum yoktur.

Hâl böyle olunca da “Doğulu tür duygusallık” tartışmasız bir zayıflığa/zaafa dönüşür. İnsanların -bir yerden sonra- kontrol düğmeleri başkalarının elindeki yığınlara dönüşme ihtimali artar. Tek bir slogan ile toplum kamplara bölünebilir, ayrıştırılabilir.

Oysa duygusallık/duygudaşlığı bir güce dönüştürmek de mümkün. Farkına varılan, kontrol edilen her öğeyi avantaja dönüştürebiliriz. Bunu yapmak emek ister, çaba ister, süreç ister lakin hiçbir vakit imkânsız değildir. Üstelik bizim gibi bir millet için zorunluluktur, vebaldir. Her küçük olayda kamplara bölünmeye kalkışan, mağduriyet psikolojisi üzerinden öfke püskürten, şiddetle taarruza geçen bir toplumun ne kendilerine ne de coğrafyaya, mazlumlara faydası olur!