Profanic güçlerin saldırısı altındayız
GEÇTİĞİMİZ gün TBMM Genel Kurulu'nda ‘Müslüman’ tartışması yaşandı. CHP Çorum Milletvekili Tufan Köse kürsüde konuşurken su içince AK Parti Kahramanmaraş Milletvekili İmran Kılıç, "Siz önce kürsüden milletin Ramazan ayına saygı gösterin. Burası Müslüman Türkiye'nin kürsüsü" dedi.
CHP’den ses çıkmayınca Kılıç'a tepki HDP Milletvekili Tuma Çelik’ten geldi. HDP’li Tuma, "Müslüman Türkiye değil, laik Türkiye burası, ben Müslüman değilim" ifadelerini kullandı.
Hamleler Neo-profanic kesimden geliyor
Bu vekilin su içmesini “laiklik” ile inanç özgürlüğü ile ilişkilendirenler oldu.
Doğru, laik bir devlette yaşıyoruz, inanç özgürlüğü var, lakin olay bu mu?
Bu milletin hassas olduğu ve laiklerin de saygı duyduğu bu hassasiyet nasıl oldu da öncelikle milletin meclisinde çiğnendi? Siyasetçiler popülizmde son derece mahir ve dikkatli iken, üstelik İstanbul seçimlerinin yenilenme kararının alındığı bir dönemde seçmenin hassasiyetini hiçe saymak sıradan bir durum mu?
CHP’li vekil hatasını anlayıp susunca HDP’li vekilin “Müslüman Türkiye değil… ben Müslüman değilim” diye diklenmesi öylesine bir tepki mi? Daha geçen gün Anadolu toprakları için “Vadedilmiş topraklar” diyen HDP eş Genel Başkanının sözüne tepkiler devam ederken bu çıkış öylesine bir çıkış mı?
Bakınız;
Gülen’den Suud’a geçiş!
Bu yüzyıl ve bundan sonraki yüzyılları da kapsayacak şekilde bir çalışma ile din ve dindardan temizlenmiş bir dünya sistemine doğru sürükleniyoruz. Bu konuda söylenen çok şey var, lakin bunun için Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” tezine bakmak yeterli.
Huntington’ın neden ve kimler adına bu tezi ortaya attığını ikiz kulelere yapılan saldırı ve sonrasında meydana gelen olaylara baktığınızda anlarsınız.
Fetullah Gülen’in Ilımlı İslam’ı yatınca Suudi rejimine Ilımlı İslam projesi verildi. İşleri kolaylaştırmak için profanic güçler kendi imalatları olan DEAŞ ile İslam dinine kara çaldılar.
Bütün profanic unsurlar devrede
Hristiyanlığın kiliseye hapsedildiği, İsrail Yahudiliğinin şimdilik gerekli görüldüğü dünyada İslam başa bela olarak görülüyor.
Cümle insan için özgürlük isteyen İslam, cinsiyetteki tahrifata karşı duran İslam, ekonomik adaletsizliğe karşı sözü olan İslam, katliamlara karşı duran İslam, sömürüyü zulüm gören İslam, eşitlik ve hakkaniyeti savunan İslam.
Durum böyle olunca çarklarının dönmesi için İslam’dan kurtulmaları kaçınılmaz oluyor. İslam’dan kurtulmanın yolunun ya İslam’ı, bu olmaz ise İslam’ı din olarak tercih edenleri bertaraf etmekten geçtiğini biliyoruz.
İnançlar, din bazı milletler için hava-su kadar değerli ve vazgeçilmezdir. Bizim milletimiz de İslam’ı hava ve su gibi vazgeçilmezi kabul ediyor. Zira farklı dinden, etnisiteden, mezhep ve meşrepten insanları bir arada tutmanın yolu İslam’ın engin hoşgörüsü ile mümkün olduğunu biliyoruz, yeter ki İslam’ın özgürlük, adalet ve eşitlik ilkelerine riayet edelim.
Pusuda yatanlara dikkat!
Bizdeki bu sağlam dayanağı bilenler bizi buradan vurmak istiyorlar. Siyasete fesat karıştırarak, siyasi güce sahip olanların gayri ahlaki işlerini afişe ederek, siyasi role sahip olanların vurdumduymazlıklarını,“Bakın dindarlar gücü ele geçirince ahlak, helal-haram dinlemezler” diyerek insanları dinden soğutarak bizi zayıflatmak istiyorlar.
Doğrusu, “dindarlar yukarıda kısmen saydığımız olumsuzluklara sahip olmasınlar ki pusuda yatanlar bizi bu şekilde vurmasınlar”sitemlerini duyuyoruz. Yerden göğe kadar haklı bir sitem. Dindar temiz olmalı, lakin sorun dindarların bazı kirliliklere bulaşması meselesi değil ki. Öyle olsaydı bu ithamlarda bulunanlar yeryüzünün en kirli güçleri ile dirsek temasında olmazlardı.
Biz İstanbul seçimlerine boğulurken, gündelik işlerle uğraşırken, birbirimizi yiyip bitirmeye çalışırken Doğu Ak Deniz’de, Suriye’de, AB’de, NATO’da aleyhimize dönen dolapları nasıl görebiliriz? Görsek bile bu halimizle bunlarla nasıl baş edebiliriz?