Prof. Dr. Mehmet Özdemir hocamız ile söyleşimiz ve 2021 yılına merhaba
Yeni bir miladi yıla girmenin sevincini ve hüznü yaşıyoruz.
Hastalıklar,
ölümler ve nice sıkıntılarla geçen 2020 yılını geride bırakmak, bir daha
acılarımızla bu kadar yoğun halde yüzleşmemek istiyoruz ve dahi ölüm
haberlerini böyle bir sıklıkla almak istemiyoruz… Tüm dünya olarak zorlu günler
yaşıyoruz ve istiyoruz ki insanlık ailesi olarak artık eski günlerimize geri
dönelim, her şey normalleşsin.
“Allah'ın gerçek müminleri ortaya
çıkarsın ve uğrunda şehitleri olsun diye o günleri biz insanlar arasında
döndürüp duruyoruz. Allah, zalimleri sevmez.” (Ali İmran 140 – 141)
Günler,
haftalar, aylar yıllar gelip geçer. Ayette belirtildiği üzere dönüp duran
zaman, dönüp duran acılar ve sevinçler içinde yaşayıp gideriz. Ve günler dönüp
durur. Yaşadıklarımız da bir kaderdir.
Bizler,
teslim olanlardan, derinden inananlardan, emaneti kuşananlardan, sağlıkta ve
hastalıkta daima şükredenlerden oluruz inşallah, duamız böyledir.
Yaşadıklarımıza
ibret nazarıyla bakmamız gerektiği zamanlardayız. İnsana, kurda, kuşa, toprağa,
gökteki buluta, şırıl şırıl akan sulara, bize emanet olarak geçici bir mekân
olarak kullandığımız ve bir gün terkedip gideceğimiz bu dünya mekânına ibretle
bakıp, ibretle yaşamamız gerekiyor. Nihayetinde bu dünyanın göçebeleri ve
misafirleriyiz. Ölüm, biz ölümlülerin, fânilerin de bir gün kapısını çalacak…
Ve gerçek âleme doğru, gerçek yurda doğru yolcuğa revan olacağız.
Yeni yıl
yeni umutlarla, yeni başlangıçlarla, bereket kuşanmış zamanlarla gelsin.
Savaşlar, zulümler, haksızlıklar, cinayetler, katliamlar son bulsun, duamız
budur. Selamet zamanlarına doğru her daim umutla ve ümitle yürümeyi nasip
eylesin Rabbim insanlığa.
PROF. DR. MEHMET ÖZDEMİR HOCAMIZ
İLE SÖYLEŞİMİZ
2 Ocak
1492 - 1 Rebiülevvel 897 tarihte
Endüs’ün düştüğüne denk gelen takvim. Tam da yıldönümünde Endülüs’e gönlünü vermiş, Endülüs’e yıllarını vermiş kıymetli
hocam, hemşerim, memleketlim Prof. Dr.
Mehmet Özdemir Hocamızla, Edebistan Sitesinde
söyleşimiz yayınlandı.
Uzun bir
söyleşi, ben okurken çok duygulandım kimi yerde gözyaşlarımı tutamadım. Öyle ki
bir kuşağın hüzünlü ve ibretlik hikâyesi gibi düştü önüme. Hiçbir satırına
dokunmadım, ufak tefek tashihlerin dışında. Ömer Lekesiz hocam da kısaltmayalım, hocamızın her sözü bizim için
çok kıymetlidir diyerek destek verdi sağolsun. Kudüs’e, Endülüs’e ve İslam
diyarlarına büyük bir duyarlılığı olan ve pek çok yazılar yazan Ömer Lekesiz
Üstadımıza, Endülüs üzerine çok kıymetli eserler veren hocamız ile oraları
gezmek nasip olmuş. Bizler de gezdik ama tabi hem kısa bir sürede gezdik o
büyüleyen, acının ve hüznün diyarlarını hem de Mehmet Özdemir Hocamız gibi
tarihine kültürüne vakıf mihmandarlarımız yoktu.
Uzun bir
söyleşi yaptık hocamızla, buraya çok az kısa bölümler şeklinde alıntılar
yapacağım ki Edebistan Sitesinden tamamı okunsun…
“Benim kendi durumuma gelecek
olursak, evet ben köyümüzde üniversite tahsili yapan ilk kişi oldum. Bunu
öncelikle takdir-i ilahî çerçevesinde bazı imkânların bir araya gelmesinin bir
sonucu olarak değerlendirmekteyim. Başarılı sayılabilecek bir ilkokul
öğrenciliği dönemim oldu. Geleceğe yönelik motivasyon bakımından bu dönemde
belleğinize yerleşen sözler ve eylemler çok önemlidir. Bunlar sizin için ya
birer itici güç olabilir ya da önünüzde birer takoza dönüşebilir. İlkokul
öğretmenlerimin teşvik edici sözlerini, ileriki yıllarda hep arkadan esen ve
ileriye doğru hızımı artıran rüzgârlar olarak hissettim. Ailemden de benzeri
sözler duydum. Rahmetli Hüseyin dayımın ben daha ilkokul iki ya da üçüncü
sınıfta iken “benim oğlum okuyacak büyük adam olacak, müftü olacak” mealindeki
cümlesini her daim hatırladım. İlkokulda sınıfın başarılı ilk birkaç öğrencisi
içinde oldum. Bu durumum Ortaokulda da, ilk sınıf hariç aynen devam etti.
Ortaokul birinci sınıfta ilk defa karnemde zayıfla tanıştım. Bunda Ortaokul
tahsili için anne babamı geride bırakarak Ankara’daki ağabeyimin yanına gitmiş
olmamın ve bu münasebetle çektiğim hasretin rolü olmalıdır. Ortaokul ikinci
sınıfta durumum nispeten daha iyi oldu. Son sınıfı okumak için tekrar
Reşadiye’ye döndüm. Orada, şartları kolay olmasa da, pansiyonda kalmamın çok
yararını gördüm. Akşamları hocaların kontrolünde gerçekleştirilen etüt
çalışmaları, zamanlı ve sistematik çalışma gibi bazı alışkanlıkları kazanmama
yardımcı oldu. Defterim bittiğinde inşaatların sağına soluna atılan boş çimento
torbası kâğıtlarını toplayıp bunlardan harita metot defteri hazırlamasını
öğrendim. Bu aslında şu anlama gelmekteydi: azim ve irade varsa imkân da bir
şekilde ortaya çıkar. Nihayet ortaokul
bitmiş, en büyük hayalimiz olan öğretmen okulu için sınava girme zamanı
gelmişti.”
Köyümüzün
yüksek tahsil gören ilk kişisi kendisi neredeyse… Sorularımızı büyük bir
samimiyetle cevaplandırdı hocamız.
“Şu hususu da ifade etmeden
geçmemeliyim: Bizden önceki dönemde olduğu gibi bizim dönemimizdeki öğretmenler
de çok idealist insanlardı. Gerek ortaokulda gerekse ve bilhassa öğretmen
okulunda öğretmenlerimizden hiç birinin günü kurtarmak için hareket ettiklerini
görmedim. Hepsi kendi alanlarında en iyiyi yapmak için gayret sarf
etmekteydiler. Bir yıl boyu aynı ceketi giyen, silmekten ceketinin yakaları
yıpranmış öğretmenler gördük. O halleriyle anıt gibi önümüzde duran birer
modeldi onlar. Onların bize aşıladığı ruh hali sayesindedir ki, öğretmen
okulundan mezun olup da bizden tayin olmak için beş il ismi istendiğinde,
verilen formlara çoğumuz beş ilin ismini vermek yerine “Türk bayrağının
dalgalandığı her toprakta hizmet yapmaya hazırım” cümlesini yazmıştık. Aslında bu
cümle, bir bakıma, devletimizin bizim gibi kıyıda köşede kalmış köy çocuklarını
toplayarak verdiği parasız yatılı eğitim ve sonunda kazandırdığı meslekle
topluma hizmet etme imkânı bahşetmiş olması karşısında duyduğumuz minnetin bir
ifadesiydi.”
Yokluk yoksulluk
günlerinde, Anadolu’nun ahvalini de öğreniyoruz hocamızdan…
“İl Milli Eğitim Müdürü’nün
kapısına dayandım. En sonunda köye ilkokul yaptırma kararını aldırdım ve bahar
geldiğinde okul inşaatı başladı. Bu arada eğitimi, bahar döneminin sonuna kadar
İstanbul’da ikamet eden bir köylünün evini okula çevirmek suretiyle devam
ettirdim.
Bu adımları attığımda henüz on
sekiz yaşındaydım. Birkaç aylık kısa bir süre içinde bir taraftan bürokrasinin
soğuk ve umursamaz yüzüyle karşılaşırken diğer taraftan kendi geleceğimle
alakalı olarak başka bir karar mı vermeliyim sorusunu sormaya başlamıştım.
Köylünün umursamazlığı, öğrencilerin maruz kaldığı sıkıntılar, bürokrasinin
duyarsızlığı, kalacak bir yerimin olmaması gibi sorunlar üst üste gelmişti.
Camiye bitişik imam için yapılmış tek göz bir odada kalmaktaydım. Geceleri
fareler ahşap döşemelerin arasında kalıpçı ustalarının keser seslerini andıran
takırtılarla bana refakat ederek, adeta, “sana geceleri uyku haram” demeye
getiriyorlardı. Bu arada camide müezzinlik yapma görevi de bana kalmıştı. Köylü
ilk defa beş vakit namaza gelen, üstelik bir de müezzinlik yapan bir öğretmen
figürüyle karşılaştığı için beni çok sevmişti. Onlara vaaz edecek bilgim yoktu,
ancak namaz sonrasında en azından takvim yapraklarındaki dini bilgileri ya da
önceden hazırladığım bazı notları okumaktaydım. Bu da çok hoşlarına gitmişti.”
Dünyanın
pek çok ülkesini gezmiş hocamız, üniversitelerde hocalık yapmış, manidar
cevaplar veriyor bize…
“Gelişmiş Batı ülkelerinin,
özellikle de ABD’nin gelişmekte olan ülkelere yönelik en büyük tahribatı,
insanlığın öteden beri tecrübe ederek iyi olduğunu tescillediği değerleri,
Kur’an’ın ifadesiyle “maruf”u hoyratça dışlayan bir hedonist anlayış ve kültürü
enjekte etmesidir. Bu hedonist, sadece keyfini ve dünyevi zevklerini önceleyen
hayat tarzı, tüketim ekonomisi ve endüstrisi ile birleşince, insanları
kelimenin tam anlamıyla gönüllü köleye dönüştürmektedir. Gerçek güzelliğin ruh
güzelliği, ahlaki donanım ve davranış olduğu bilincini içselleştiremeyen kitleler,
kozmetik sanayiinin demirbaş müşterisi olmaktalar. Zaruri bir ihtiyaç olmadığı
halde yapılan “estetik” operasyonlar, daha güzel gözükme uğruna cildin tabii
yapısını mahveden ve kişiyi ileride cilt kanserine amade kılan bin bir türlü
sentetik makyaj malzemesi… İnsan fıtratına uymadığı halde hemcins
“evlilikleri”, bir diğer ifadeyle Lut kavmine özenme tezahürleri, evlerinde ya
da bakımevlerinde yalnızlığa terk edilmiş yaşlılar, Allah’ın en büyük lütfu
olan annelik duygusunu arkaik bularak aile kurumuna savaş açan kimi kadın
hareketleri, sokaklara ve köprü altlarına terk edilmiş garip gureba, sokak
çetelerinden oluşturulup dünyanın dört bir yanında resmi üniformalarının
altında bile sivil katliamları apaçık işlemekten çekinmeyen gangster tıynetli
ordular, bir günlük zevk uğruna, fakir bir ülkenin bir yıllık yiyecek
giyeceğini karşılayacak derecede aşırı harcamaların yapıldığı festivaller, sırf
silah sanayilerinin ayakta kalması için tahrik ve teşvik edilen bölgesel
savaşlar… Listeyi uzatmak mümkün. Batılı ülkeler bugün kendi dışındaki
ülkeleri, teknolojik üstünlüklerinin verdiği güçle deneme tahtasına çevirmiş
bulunmaktadırlar. Bu üstünlüğe direnmenin tek bir yolu var: Birlik olmak,
akıllı olmak ve hepsinden önemlisi ahlaklı olmak.”
Söyleşimizin
tamamı Edebistan.com sitesinde
sevgili dostlar, isterim ki bu söyleşiyi herkes okusun. Tekrar Mehmet Özdemir
hocamıza şükranlarımı sunuyor, onun gibi değerlerimizin çoğalmasını gönülden
arzu ediyoruz.
Selvigül Kandoğmuş Şahin