Prof. Dr. İlber ortaylı ile MİT'te tarih ve strateji
1947 yılında, savaş sonrası Avusturya’da bir mülteci kampında dünyaya gelen İlber Ortaylı, köklü bir Kırım Tatar ailesinin ferdi olarak hayatına adım attı. Tarihe duyduğu ilgi, çocukluğundan itibaren diline ve zihnine nakşedilmişti. Ancak, bu eşsiz zihin dünyasına dair pek az bilinen bir gerçek, Başka Bir Aşk İstemez kitabında gün yüzüne çıktı: 1970’lerde Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından Ortaylı hakkında hazırlanmış gizemli bir rapor.
Bu raporun detayları, sadece tarih alanındaki yetkinliğini değil, stratejik düşünme kabiliyetini de ortaya koyuyordu. Eğer Ortaylı, akademik dünyanın parlak koridorlarından ayrılıp istihbaratın sessiz ve gölgeli derinliklerine adım atsaydı, tarihe yön veren bir tarihçi değil, tarihsel olayları perde arkasından şekillendiren bir akıl olarak tanınabilirdi. Peki, bu ihtimal gerçekleşseydi, Ortaylı’nın hem kendi tarihi hem de bizim ortak hikâyemiz nasıl değişirdi?
Tarih, yazılı belgeler kadar, satır aralarındaki sessizlikle de konuşur. İlber Ortaylı’nın Osmanlı arşivlerine olan hâkimiyeti, bir istihbarat uzmanında aranan titizlik ve çözümleme becerisiyle birebir örtüşüyordu. Detaylara olan dikkatini, olaylar arasındaki bağları çözme konusundaki maharetiyle birleştirdiğimizde, onun istihbarat alanında da büyük bir değer olabileceğini anlamak zor değil.
Ortaylı’nın tarihe olan derin yaklaşımı, dildeki ince nüansları fark etme yetisiyle birleşerek onu sosyolinguistik analizlerde eşsiz bir noktaya taşıyabilirdi. Sahte söylemleri tespit etmekte kullandığı metodolojik derinlik, istihbarat dünyasında paha biçilmez bir araç olabilirdi. Ortadoğu gibi karmaşık bölgelerin sosyal ve politik dinamiklerini çözümlemek için, onun tarihsel ve kültürel bilgisi son derece kıymetli olurdu. Osmanlı arşivlerinden çıkaracağı stratejik verilerle modern diplomasiye yeni perspektifler kazandırabilirdi.
Ancak burada durup düşünmek gerek: MİT gibi bir kurumun, Ortaylı’nın eleştirel bakış açısına ve bağımsız düşünce yapısına ne kadar alan açabileceği sorusu belirsizdir. Akademide alıştığı özgür düşünme ortamını, istihbarat dünyasının hiyerarşik yapısı içinde sürdürmek kolay olmayabilirdi. Geleneksel stratejilere meydan okuyan analizlerinin kabul görmesi mümkün müydü? Ya da özgün fikirlerini disiplinli bir kurumsal yapı içinde ne kadar geliştirebilirdi?
Bu sorular, İlber Ortaylı’nın geçmişte seçmediği bir yolun hayalini kurmamıza neden oluyor. Eğer o yola sapmış olsaydı, adı tarih derslerinde ve akademik platformlarda daha az, çözülmeyi bekleyen dosyalar arasında daha çok yer alabilirdi. Ancak, o bugün bizler için tarihin yaşayan hafızasıdır ve yaptığı tercih, Türkiye’nin tarih bilincine ışık tutmuştur.
Sonuç olarak, bu ülke yalnızca büyük akademisyenlere değil, aynı zamanda gölgelerde çalışan isimsiz kahramanlara da ihtiyaç duyar. Tarihin gerçek yönünü, yalnızca yazılanlar değil, vazgeçilen ihtimaller de belirler. İlber Ortaylı’nın hikâyesi, tarihin karmaşık yollarında bizlere düşünmek ve daha derin anlamlar aramak için güçlü bir davettir.