Pozitivizmin İslamiyet’i bertaraf etme çabaları
Üstad “Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu” adlı eserinde “Yunan + Roma + Hristiyanlık = Batı Medeniyeti” şeklinde formüle ettiği ve aklın kiliseden intikam dâvası olarak gördüğü bu dönemdeki zikzakları (idealist ve materyalist kutuplar) işlerken şöyle bir tespitte bulunur.
“Bu gelişle gidişi içinde Batı tefekkürü, maddeye aksetmiş akılla harikalar doğurduğu, aynı akılla da aklı kıracak kadar ileri gittiği halde ruh feyzine, yani nura çıkamayan, eşya ve hadiselere insan ruhunda tahakküm ölçüsünü kuramayan, neticede ruhu öksüz bırakan ve bu eksiğini daima hissedip keşiflerinin oyuncaklarıyla teselliye eremeyen, muazzam bir madde bonmarşesi ve plâstik inşadan ibaret... İçinde sultanı olmayan saray...”
Ernest Renan, 29 Mart 1883’te Paris’te “İslam ve İlim” konulu verdiği bir konferansta; İslamiyet’in gelişmeye engel olduğunu (İslam terakkiye manidir) Müslümanların kafalarının ‘demir bir çemberle’ kuşatıldığını ve zihinlerinin gerçeklere kapalı olduğunu savunmuştu. Bu konferans daha sonra bir makale ve ardından bir kitapçık olarak da yayımlanmıştır.
Osmanlı’da pozitivizm; August Comte’un Osmanlı Sadrazamı Mustafa Reşid Paşa’ya pozitivist felsefenin benimsenmesi amacıyla yazdığı mektupla başlamıştır. Bu akımı esasen İttihat ve Terakki Cemiyeti de benimsemiş ve gelişmesi için özel çaba harcamıştır.
Ernest Renan’ın da ifade ettiği gibi burada mevzu; pozitivizm düşüncesinin yol açtığı/açacağı “İslam terakkiye manidir” sonucudur. İttihat Terakki örgütü üzerinden bunun nasıl dal budak verdiğini göreceğiz.
Türkiye’nin modernleşme tarihinde bizzat yer alan isimlerden biri olan Comte, Mustafa Reşit Paşa’ya yazdığı uzun mektupta kısaca şöyle diyordu; “…İster toplu ister bireysel, bütün insanlığı tamamen pozitif bir inançla kucaklamak için her türlü ilahi inancı bertaraf ederek, beni tam anlamıyla evrensel dini keşfetmeye iten temel neden budur. İlk gençlik yıllarımdan başlayarak bu şekilde düşünme mutluluğuna sahip olduğumdan, bütün hayatımı söz konusu büyük sorunun nihaî çözümünü dizgeleştirmeye ve geliştirmeye adayabildim…”
“…İslâmî deha, pozitif dinin kabul edilmesine Katolik dehadan daha az karşı olmalıdır. Pozitif din, gerektirdiği hazırlıklar nedeniyle yalnızca Batı’da çıkmış olmakla beraber, İslâm’ın Doğu’yu bu dinin kabul edilmesine daha iyi hazırladığı kabul edilmelidir.”
“…Osmanlı yöneticileri, kendi güçlerinden daha az mütecanis ve dolayısıyla da böyle bir dağılmaya daha fazla gebe bir gücün gelecekteki olası işgalleriyle ilgili hayali olduğu kadar yıkıcı da olan kaygılarından kurtulacaklar. İslâm’ın temel ruhuna göre siyaset, yalnızca görüşlerin ve geleneklerin ayrılığını sağlamaya ve sağlamlaştırmaya yönelik olduğundan, bu büyük amaca Tanrı yerine İnsanlığı koyarak daha iyi ulaşılacağını yakında anlayacaklar. Selâm ve saygılar, Auguste Comte.”
Comte, yeni, bir insanlık dini teklif ediyordu. Paris’te palazlanan ve Alman imparatoru II. Wilhelm’in himaye ettiği İttihat Terakki’nin de isim babalığını yapmıştır. Çünkü Ahmet Rıza, Comte’nin felsefesinin bir özeti olan; “Ordre et progres” yani “intizam ve terakkiyi, Union et Progrése yani İttihat ve Terakki’ye dönüştürmüştür.
Midhat Paşa’nın da Fransız pozitivistleriyle temasları vardı. Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Baha Tevfik, Abdullah Cevdet ve Ziya Gökalp gibi aydınlar yaptıkları tercümelerle devleti kurtarmak ve ona bir düzen vermek gerektiğini düşünen ve bunun için de özellikle Fransız Aydınlanma ve Pozitivist düşüncesinin bir kurtuluş olduğunu zanneden aydınlardı. Öyle ki Şerif Mardin’e göre Yeni Osmanlılarca kullanılan Jeune Truquie bir bakıma Batı’nın “ayna”sına bakarak üretilen bir kavramdı.
Pozitivizm, kilisenin etkisini tamamen ortadan kaldırmak, laik yaşam tarzını toplumda yaygınlaştırmak, kaynaşmış bir kitle oluşturmak ve ilerici, akılcı bir anlayışı hâkim kılmak niyetindedir.
Osmanlı aydını da akılcı ve bilimsel ilkeler doğrultusunda(pozitivizm) toplumu dönüştürmenin yol ve yöntemlerini bulmaya çalışmıştır. Bulmaya çalışırken kendi benliğini kaybeden zavallı aydınlar…
Elmalılı Hamdi Yazır Fransızcadan çevirdiği Batı Felsefe Tarihini anlatan kitabın başına yazdığı “Dibace”de dediği gibi; “Herhalde İslam’ın yirminci asrı, Avrupa’nın yirminci asrından çok daha mütekâmil bir seviyede bulunacaktır. Bundan dolayı bizi Avrupalılaştırarak eritmeğe çalışmak bir sapıklıktır.”
Bir önceki yazılarda da ifade ettiğimiz gibi, felsefe, sanat, kültür, bilim ve düşünce geleneğimizle olan bağ kopmuş, pozitivizm bir virüs gibi artık Osmanlı topraklarına girmiştir.