Postmodern "resme" sığmak
“Giderek
insanların tavır ve reflekslerinin birbirine daha fazla benzemeye başladığı”
şeklinde bir yargı ortaya koysam, kimileri bunun orijinal bir tespit
olmadığını, kimileri sübjektitivitelerin artmasına paralel tam tersine
çeşitlenmelerin çoğaldığını, belki kimileri de insanın insana benzemesinin
anormal olmadığı şeklinde cevaplar üreteceklerdir.
Ancak
benim gözlemim şu iki noktanın vurgulanmasını zorunlu kılmaktadır. Birincisi, insanlar
standart davranış, konuşma, sözcük seçimi ve reflekslerde bulunmaktadırlar.
Dönemin temel perspektifinde postmodernlik daha belirleyici olduğu için biz
bunu “postmodern resme sığmak” şeklinde ifadelendirmekteyiz. İkincisi de, bu
durum insanları kendi gerçekliğinden kopardığı için sanal ilişkiler, konuşmalar
ve reflekslere götürmektedir.
Buradaki
tespitlerin gündelik hayat içinde örnekleri ve analizlerine geçmeden önce, bir
paradoksa yer vermeliyiz. Gerçekte insan ve toplum hayatında daha uzun süre
etkisi ve egemenliğini göstermiş olan modernizm, tıpkı din gibi ontolojik ve
epistemolojik keskinlikten mülhem monizmlere sahiptir. Bu da modernizmin
özellikle geçen yüzyılda toplumsal örneklerinde izlenebileceği üzere totaliter
karakterini bize göstermektedir. Postmodernizm ise genel kabuller açısından
sahip olduğu sübjektivitelerden mülhem bir çeşitliliği, farklılığı birlikte
getirmiştir. Zira postmodernlik evrensel akıl ve bilim anlayışlarını sıkı bir
şekilde eleştirmektedir.
Böyle
bir durumda bizim hem postmodern duruma atıf yapıp da hem de standartlaşma,
aynı davranış ve reflekslerden bahsetmemiz bir çelişki değil midir? Esasen
bunun bir paradoks olduğunu kabul etmekle birlikte, eskiden bu yana
dillendirdiğimiz tezimizi doğruladığını söylemeliyiz. Buna göre postmodernlik
kendi içinde bir çeşitliliği barındırıyor görünse de, küresel kapitalizmin
işlerlikleri doğrultusunda standartlaşma dünya ölçeğinde giderek
yaygınlaşmaktadır. Özellikle epistemik bir propaganda vasıtası olan ekranlar
(televizyon ve internet) bir yaşam tarzı oluşturmak üzere davranışlardan,
konuşmalara kadar tüketim kültürünü ilmek ilmek işlemektedirler. Bunlar küresel
aktörlerin müşterilerini sürekli “yol”da tutma girişimlerinin ve
stratejilerinin bir sonucudur.
Bu
minvalde ortaya çıkan görüntülerin başında, ellerinde cep telefonlarıyla ayak
ayak üstüne atmış gençler gelmektedir. Farklılaşmış espri anlayışlarıyla
capsler izleyen, bu arada arkadaşıyla sohbet etse de bir gözü cep telefonunun
mesajlarını takip eden profiller şeklinde tebellür etmektedir. Çok dikkatli
bakıldığında, esnek davranış biçimleri ile sadece kendi sübjektivitesine
odaklanmış ve oradan dünyaya bakan görüntüler enstantanelere yansımaktadır.
Elindeki
maddi kaynakları bir şekilde ekrandan boca edilen marka elbise, ayakkabı,
telefon, içecek ve yiyeceklere sarfetmektedirler. Hatta bu markalara ulaşabilmek
kişiler açısından bir statü ve sınıfsallığa erişim anlamını taşıdığından,
gerçek sınıfsallığı örten sembolik
iletişim daha da öne geçmektedir. Hatta bu arada yiyeceklerden, o yiyeceklerin
sunumuna kadar yaşanan dönüşümde bu standartlaşmayı daha net bir şekilde
gözlemlemekteyiz. Burada çocuklar üzerinden ailenin dönüşümü ise, ebeveynlerin
çocuklarına daha iyi bir yaşam sunma konusunda daha önce yaşadıkları
mahrumiyeti, tüm maddi güçlerini çocuklarına harcayarak tolereetme çabalarında
gözlemlenmektedir. Hatta ebeveynlerin geleneksel görüntülere rağmen, gelenek
içinde çıpaları olmayan serbest göstergelerin eşliğinde dönüşümünü de
izleyebilirsiniz. Tüm bunlar örgün ve yaygın eğitimin ekonomi politiğinin
“tüketim” merkezli işlediğinin göstergesidir aynı zamanda.
Yine
gençlerin kesik, yarım kalmış cümleler şeklindeki konuşma biçimleri ile
kullandıkları kelimeler de benzeşmektedir; “Kanka”, “aynen”, bi şey söylücem”,
“sonuçta bu benim tercihim.” İçerikleri yokladığınızda ise göstergelerin
çıpalarını kaybederek kendi üzerine çöktüğü bir evren ifşa olunmaktadır.
Tüm
bunlar ise postmodernliğin çeşitlenmiş gibi görünen tek bir resme sahip
olduğunu ve cümle alem insanın da bu resme sığmak üzere biçim değiştirdiğini düşündürüyor.