Posthuman
Bir zamanlar sevilen bir dizi vardı: Ekmek teknesi. Dizide Celal’i canlandıran sanatçı Ahmet Yenilmez tarafından sıkça söylenen “arzular şelale” repliğinin izleyenlerin pek çoğunun hafızasından halen silinmediğine eminim.
İlk bakışta sıradan gibi görünse de “arzular şelale” sözü, esasında çok büyük bir hakikati ifade ediyor. “Arzu”nun “taşması”, dizginlenememesi hali... Bu taşkınlığın müsebbibi olduğu felaketler.
Kısacası insanlık tarihinin en büyük belası; peygamberlerin tamamının insanları uyardığı günaha/isyana açılan kapı; helal ve haram kavramlarının müşahhaslaştığı mayınlı alan.
Kur’an arzularını ilah edilen karakterlerden bahseder. Siyasal güç Firavun, sermayedar Karun, yardımcıları Haman, rahip kılığındaki Belam
Arzular dizginlenemeyip taşınca ne olur?
Tanrı, doğa ve insan arasındaki ilişkiler zinciri insanlar tarafından bozulur ve buna bağlı teşekkül etmiş olan anlamlar dünyası da alt üst olur.
Doğayı ve insanı yaratan Tanrı’dır. Mevcudat insana musahhar kılınmıştır, buna mukabil insan ise “kul”dur. Değişik ifade ile “Tanrı” değildir. Lakin kozmik olarak bahşedilmiş başının püsküllü belası “özgürlük” sebebiyle tanrılık iddiasında bulunma ihtimaline, cüretine potansiyel olarak sahiptir.
Bu girişten sonra gelelim başlığın anlamına. Posthuman nedir?
İnsan sonrası!
Ahmet Dağ tarafından yazılan Transhümanizm kitabında belirtildiğine göre hadisat şu kavramsal çerçeve içerisinde anlatılabilir. Hepimizin bildiği bir insan türü var. Birileri bu türü değiştirmek, daha güçlü, daha dayanaklı, hastalanmaz, acı çekmez hatta ölümsüz hale getirmek istiyor. İşte bu gayenin peşinde koşan insanlara transhümanistler deniliyor. Yani bildiğimiz ideoloji peşinde koşan insanlar misali.
Transhumanizmin hedefi transhuman’ı oluşturmak. Transhuman bir geçiş dönemi, kendisinden sonra gelecek Posthuman türüne insanları ulaştıracak bir köprü. Yani köprünün (transhuman) bir ucunda insan var diğer ucunda ise posthuman.
Transhümanistler insanın kaderinin ne tanrının ne de Darwin’in elinde olmadığını yine insanın elinde olduğunu ilan ediyorlar.
Tanrının elinde olmadığından kasıt açık; tanrı döneminin kapandığı zaten bu çevrelerin zihniyetinin değişmez evhamı; peki Darwin derken neyi ima ediyorlar?
Çok basit, bu beyler ilhamlarını ilerlemeden ve evrim teorisinden alıyorlar. Yani köken itibariyle Darwinistler. Lakin neo Darvinci. Yani evrimin uzun yüzyıllara sarkan sürelere yayılmasına tahammülleri yok. İşin mühendisliğine soyunarak, zamandan tasarruf etmeyi amaçlıyorlar. Yani insan sonrası/posthumanizm bir an önce gelsin, zaman çabuklaşsın diye ellerini kullanıyorlar.
Ellerini; yani: bilim ve teknolojiyi... Hani İsrailoğulları denizi aşıp Firavundan kurtulunca Hz. Musa’ya “bize bir tanrı yapsana”(Araf 138) demişlerdi ya, işte böyle bir hesap. Eller bu sefer taştan tanrı yapmaya değil, insanı tanrı haline getirmeye soyunuyor.
İsterseniz bu zihniyetin modern öncesine yani tanrı kavramının hâkim olduğu söylenen dönemine de yakından bir bakalım. Bu kafa modernlik ile birlikte hangi tanrıyı tahtından indirdiğini söylüyor? Önceleri teosentrik(tanrı merkezli) olan dünya anlayışının modernite ile birlikte homosentrik(insan merkezli) hale dönüştüğünü vurgularken (hatırlayalım yukarıda belirtilmeye çalışıldığı gibi artık hümanizm’de kesmiyor olacak ki evrime ivme kazandırmanın uğraşına koyulmuş vaziyetteler.) hangi tanrıdan söz ediyorlar?
Unutmayalım ki bu kafanın teosentrik döneminde de arıza vardı. Teslis... Üçleme ile İsa’yı “oğul” yani tanrı olarak vasıflandırırken yaptıkları, insanı tanrılaştırırken tanrıyı da insanlaştırmaktan öte bir şey değildi. Bunu da elleriyle yani toplanan konsül kararları ile yapıyorlardı. “Ellerini” asırlardır böyle kullanmaya alışık bu kafa şimdi de gerçek Tanrı-İnsanı yaratmanın peşinde.
Yazımıza girerken Ekmek Teknesi dizisinden bahsetmiştik. Bu sefer de filmlerden bahsederek konuyu biraz daha anlaşılır kılmaya çalışalım. Transhumen ile ilgili filmleri hepimiz pek çok kez izledik: Terminatör, Matrix, Avatar, X-Men bunlardan hatıra ilk geliverenleri.
Şimdi akla gelen şu iki soruyu soralım: Amacın gerçekleşme ihtimalini göz ardı ederek yapılan planlamalar ile insanlığın hayrı mı yoksa şerri mi amaçlanmaktadır?
İkincisi de bu bağlamda Kur’an’da insanlığa şahit olacak ümmet olarak vasıflanan Müslümanlara düşen görev nedir ve ne ile meşgullerdir?