Politikanın tükettikleri
“Bir hedefe varmak için karşısındakilerin duygularını okşama, zayıf noktalarından veya aralarındaki uyuşmazlıklardan yararlanma vb. yollarla işini yürütme.” şeklinde mecazî anlamları olan politika bugün güvenilir bir yol olmaktan çıkmıştır. Fikirleri, sanatı, kültürü, dili ve idealleri bitiren ve şahsiyetleri öğüten bir çarkın dişlilerini bileyen bir mekanizma gibi çalışıyor politika. Toplum politikadan da politikacıdan da kaçar bir vaziyet almıştır.
Politikacılar kişilerin zayıf noktalarına çalışıyor. En zayıf
yerlere isabet eden vuruşlar kişilikleri bozuyor, insanları “kendisi” olmaktan uzaklaştırıyor.
Renkten renge, surattan surata giren ve güven verici bir dil kullanamayan tipler
var oldu. Bu tipler tam da politikanın bahsi geçen emellerine uygun. Bu kaygan
ve değişken zeminde var olan politikacıları incelemek ve anlamak için
tipolojiye başvursak da yetmiyor. Doğrusu kimse güven vermiyor. Dün, dün bile
değil artık. Bugün ise günü kurtarma günü. Yarın belirsiz…
Bu kadar umutsuz musunuz, diye sorulabilir. Umudumuz var
elbette. Ancak içimizdeki güven dağları çöküyor. Merhum Galip Erdem’in şu sözünü hiç
unutmuyorum ve zihin dünyamda bir levhada yazılı duruyor. Zaman zaman okuyor,
düşünüyorum: “Bizler davayı, Ağrı Dağı’nın zirvesine çıkaracaktık. Yola
koyulduk, bin zahmet ve emekle, acılar çekerek dağa tırmandık. Zirveye
vardığımızda sevincimiz sonsuzdu ama küçük (!) bir noksanımız olduğunu fark
ettik: Davayı dağın eteklerinde unutmuştuk. Meğer biz davayı değil, kendimizi
zirveye çıkartmışız..."
Yıllardır güçlü bir iktidarın hükmü sürüyor. Geçmişini bildiğimiz nice
insan politika çarkında döndü durdu. Hitabetiyle ve duruşuyla örnek olan nice
şahsiyetin zamanla değiştiğine şahit olduk. Dava diye diye dağın zirvesine
çıkanlar oldu. Oldu da ne oldu, zirveye davayı değil kendilerini çıkarmış
oldular. Dil bozuldu, üslup bozuldu. Duruş değişti. Dillerde yine dava var ama
samimiyet kalmadı, inandırıcı gelmiyor. Pasta büyüdükçe şahsiyetler küçüldü. Un
ufak oldu çoğu şahsiyet, dağıldı. Toparlanamayanlar çoğalıyor. Bir de hep
kenarda bekletilenlerin kırgınlığı…
Makamdan makama geçenlerin bir türlü tutturamadığı ritim.
Burada da başka acemilikler oldu. Devlet profesyonel uzman ister. Bizimkiler
her yere uygun CV verir. Sonrasında ise dar alanda paslaşma. Golü de kendi
kalemize atsak dert değil! Hakkaniyetin lügatteki anlamı belli ama politik
düzlemde, “Liyakat mi sadakat mi?” tartışmaları yapılır. Sonunda ekipçe gelinen
yerden, ekipçe ayrılış… Ardından vefaya yeni anlamlar yüklenir. Herkesin
dilinde vefa ve samimiyet kelimeleri sakız olur. Çiğnendikçe yumuşayan ve
gevşeyen düzen. Tükenme sürer…
Tüm bu tükenişin dışında bir de rolünü iyi oynayanlar vardır.
Mahalle mahalle gezerler. Bunlar, küçüklüğünde yalama şekerini çok yemiş
olabilirler. Şeker tatlıdır, aldatır ve yoldan çıkarır. Nümayişi severler,
teşrifatçılığı çok iyi bilirler. Bu kişiler, her zaman bir köşeyi kapmıştır.
Güç kimde ise onu kucaklar, severler. Dillerinden bal damlar ama kalpleri
zifttir, damarlarında irin dolaşır. Bunlar da uygun zamanı kollar. Tükeniş
sürer…
Şimdi onarım yapacak muteber kişiler aranıyor gibi. Ancak
bunda da samimiyet yok. Tükendikçe kendisine adres arayan ne çok adam var!
Gelinen süreçte sığınılan adres seküler düzenin dayattığı sistem. Siyasî ve
iktisadî sistemi kuramayınca arada kalıyorsunuz. Dava diye yola çıkmak safça
idi. Elde bir şey yokken konuşmak kolaymış. Hepimiz kendi ideallerimizle
sınanıyoruz, tükene tükene… Politika ise tüketmek üzere yeni adaylar bekliyor.
Buyurun…