Polis Amca
Çocukken 'amca' diye hitap ettiklerimizin başında, 'polis'ler gelirdi. Aslında aile büyüklerimizin dışındaki bütün büyükler erkek ise 'amca' veya 'dayı', hanım ise 'teyze' veya 'hala' olurdu. Polislerden önce bekçileri tanıdık, sevdik. Çünkü henüz evimizin dışına, mahallemizin ötesine geçmemiştik. Elektriklerin olmadığı, aydınlatmanın mum ışığı veya gaz lambasıyla sağlandığı o gecelerde mahalle bekçilerinin düdük öttürerek geçişleri bize güven verirdi.
Sonra büyüdük, delikanlı olduk, okula gittik, çarşıya indik. Polisler, günlük hayatımızın içinde, bizden bir parçaydı. Tıpkı esnaf büyüklerimiz ve diğer yetişkinler gibi. Tek farkları onların resmu00ee elbiseler içinde oluşlarıydı. Ama bu, onları gözümüzde daha da büyütürdü. Polis, bir bakıma güçtü, adaletti, zayıfa merhamet, zalime korkuydu. Devleti temsil ediyordu polisler. Bir kavga olduğunda, bir tartışma çıktığında, bir arbede yaşandığında ilk aranan polisti. Çünkü polis nizamın bekçisi, emniyetin güvencesi, halkın koruyucusuydu. O çocukluk muhayyilemizde oluşan "polis amca" imajı hiç yıkılmadı. Uzun bir aradan sonra doğup büyüdüğümüz o illerde kanlı teröristlerin şehit ettiği polislerin adları verildi caddelere, meydanlara. Polis Amca Okulları açıldı sonra.
Çocukların polis hayali
Büyükler hep sorar ya, "İleride ne olmak istersin?" diye. Bu soruya verilen cevapların neredeyse büyük bir bölümü "Polis olmak"tı. Önemli bir kısmı da 'öğretmen.' Sonra toplum olarak maddiyata, refaha değer vermeye başladıkça 'doktor' ve mühendis' tercihleri de arttı. Ama 'polis' olmak sevdası hiç bitmedi ve asla tükenmedi. Belki polislerin belindeki tabancalar cazip gelmiş olabilir çocukluk hülyalarımıza. Ama sadece o kadar değil. 'Polis', yetişkinler için olduğu gibi küçükler için de 'Baba' gibi sığınılacak sağlam bir limandı.
1980 öncesini hatırlıyorum. Bugün olduğu gibi o zaman da halkımızı bölmek, gençliğimizi birbirine kırdırmak isteyen karanlık güçler vardı. Sadece gençlerimizi değil, polisimizi de bölmüşlerdi. Ancak emniyet teşkilatımız kısa zamanda toparlanmış, yekvücut olarak ülkemize tuzak kuranlara karşı birlik ve beraberlik ruhu içinde şanlı bir mücadeleye başlamıştı. 1980'den sonra bu sefer yine dışarıdan güdülen ama İslam'ın yüce adını kullanan ve 'cemaat' kisvesiyle yayılan bir istihbarat örgütü, sadece Türkiye'nin değil, Türk dünyasının, İslam aleminin, hatta dünyanın bir çok yerinde tezgahlanmıştı. Tabii en fazla güç elde etmek istediği alanlar, peygamber ocağı olan şanlı ordumuz ile şerefli emniyet teşkilatımızdı. Ne yazık ki kısmen de başarılı olmuştu. FETÖ isimli bu ihanet örgütünün gerçek yüzü, birkaç sene öncesinde anlaşılmış, devletimiz bu soylu mesleklerin üniformalarını haksızlıkla ve soru hırsızlıkları yaparak ele geçirenleri temizlemeye başlamıştı. Şükürler olsun ki, bunda büyük ölçüde zafer elde edildi. Kalan az kısım, ayıklanıyor. Allah'a şükür hem ordumuzun hem de emniyetimizin kahır ekseriyeti, artık aziz miletinin, yüce devletinin yanındadır.
Çok zor bir meslek
1987 yılında Anadolu'daki bir ilçemizin askerlik şubesi başkanlığını yaparken halktan bir çok insanımızla dostluk kurduğumuz gibi, devlet dairelerinin mensuplarıyla da görüşüyordum. Bir polis memurumuzun lojmanı şubemizin karşısındaydı. Sık sık görüşürdük o polisimizle. Tam bir Anadolu insanıydı. Çocuklarını helal parayla ve alın teriyle okutuyor, ailesine iyi bir şekilde bakıyordu. Mesaiden sonra şubenin bahçesinde oturup çay eşliğinde sohbet ettiğimizde mesleğinin zorluklarını da anlatıyordu. Evet gerçekten de polislik diğer mesleklerden daha zor, yorucu ve riskli. Ama mesleği seçenler, bunu dert edinmez, canla başla çalışır, görevlerini hakkıyla yerine getirirler.
Yıllar önceydi. İlk aldığım cep telefonumu Taksim'de çaldırınca Beyoğlu Amniyet Amirliği'ne gitmiş ve durumu bildirmiştim. Yanılmıyorsam, ilk karakol ziyaretim olmuştu bu. Aslında biz gazeteciler, polislerle bir kader birliği de yaşarız çoğu zaman. Gazetelerin polis-adliye muhabirleri, binbir zahmetle haberlerini yazar getirirler. O haberler dizilir, basılır ve halka sunulur. Bir amme hizmetidir ikisinin de yaptığı. Bazıları, "Gazeteciden ve polisten dost olmaz." gibi uydurma bir söze inanır, kanarlar. Aksine gazetecilerle de emniyet mensuplarıyla da köklü arkadaşlık kuranlar çoktur, sayıları hiç de az değildir.
Diyarbakır'da dört polisimizin şehadetinin acısı yüreklerimizi kavururken ve onları gece boyu rahmetle anarken televizyonların altyazılarına düşen bir haber hepimizi, herkesi sonsuz bir sevince sürükledi. Yılbaşını kanlı terör eylemiyle kana bulayan ve 2017'yi büyük bir acıyla ülkemizde başlatan kirli, kara ve kızıl maşa yakalanmıştı. Gerisi malum! Çocukken 'amca' diye hitap ettiğimiz 'polis'lerimizin boyu ve yaşı kadar çocuklarımız var şimdi. Mesleğe yeni başlayanlar, evlatlarımızla yaşıt. Ama yine de onlar devletin 'büyük adam'larıdır gözümüzde. Hakkı tutan, hakikati bilen, haksızı arayıp bulan, zalime engel olan, huzuru sağlayan, mazlumu koruyan, sulhu temin eden, kısacası hayatı tanzim eden ulu, soylu ve kutlu bir mesleğin mensuplarıdır ve her zaman hürmete, muhabbete şayandırlar. Reina teröristinin yakalanması bütün vatandaşlarımız ve aziz milletim gibi beni de çok sevindirdi. Bu, kuru ve tesadüfi bir zafer değil, Türkiye'mizin yavaş yavaş önünün açıldığının, ihanet odaklarının kurutulacağının da işaretidir inşallah. Bu üstün başarısından dolayı Emniyet Teşkilatımızı tebrik ediyorum. Allah, her daim yardımcıları olsun.