Polemik
Barış Pınarı Harekatı’nın ardından, Türkiye karşıtı kampanyalar bir anda tavan yaptı. Şaşırdık mı? Hayır… Söz konusu kampanyaların, dünya kamuoyunda hiç eksikliğini görmedik ki şaşıralım! Ama bu seferkinin, diğerlerine nazaran dikkat çekici olduğunu da söylemek gerekiyor. Öyle ki alakalı-alakasız devletlerin, medya ve uluslararası kurum temsilcilerinin, toptan bir role bürünmesi hiç normal değil. Hatta içimizde ama’lı, fakat’lı cümleler kuran tipleri dahi bunlara eklemek mümkün.
Yanlış anlaşılmasın! Tabi ki herkes fikrini özgürce dile getirebilir/getiriyor da nitekim. Fakat böylesine kritik bir demde, eleştirilerin tonu, usulü ve zamanlamasının, yurt dışından yapılanlarla benzeşmemesi bir o kadar elzem. Yoksa “Türkiye’nin, uluslararası arenada YPG algısını çürütmekte yetersiz kaldığını”, “Esed’le biran evvel görüşülmesini” ve “Sn. Erdoğan’ın ABD’ye gitmemesi gerektiğini” belirterek polemik yaratmanın, hiç kimseye bir fayda sağlamayacağı net.
“Polemik” diyorum çünkü “Sn. Erdoğan ABD’ye gitmemeli” diyenlerin, önceleri “çözüm için herkesle görüşülmeli” tezini savunanlar olması manidardır. Hele de bunun “Esed’le neden görüşmüyorsunuz” suçlamasını yöneltenler olduğunu görünce, insanın nutku tutuluyor. O yüzden fazla konuşmaya hiç gerek yok. Neticede devlet ricalinin her detayı değerlendirip, en doğru kararı vereceği muhakkaktır… Esed’le görüşme konusunda da; rejimle devlet mekanizmaları arasında, bir takım görüşmeler zaten var ve belli seviyede devam ettiğini de duyuyoruz. Ayrıca rejimden ziyade asıl karar verici ağababalarıyla görüşmenin, daha mantıklı sayılabileceği de inkâr edilemez.
Basit mantıkla YPG hususuna da değinmek gerekirse; elbette diplomatik kanalların işletilmesi esastır. Lakin her ne olursa olsun, “PKK/YPG’yi her açıdan destekleyen, bunu gizlemeyen ve teröristlerin cirit attığı Avrupa mı bizi anlamıyor” diye düşünmeden edemiyor insan… Kaldı ki CIA’nın raporlarına bile yansıyan PKK-YPG ilişkisini, dünyada bilmeyen mi var Allah aşkına. Peki, Senatör Graham’ın 2015’de, “PKK ile YPG bağlantısını" itiraf ettiği sözleri…? Komik olmayın! Herkesin her şeyi çok iyi bildiği, gayet açık değil mi? Bizim asıl kaygımız; maddi, manevi ve siyasi çıkar gözetmeksizin, devletin yanında olunması gereken bir dönemde, içimizde bu hassasiyetin gözetilmemesi…
Farklı senaryo;
Geçen hafta tam 15 kez öldürülen DEAŞ’lı Bağdadi’nin, bir kez daha yok edilmesi gündeme bomba gibi düştü. Sonrada Bağdadi’nin yerine geçen ismi, işittik Amerikan basınından. İlginç şeyler oluyordu ve bu ilginçlikleri, Amerika’nın terörist Ferhat Abdi Şahin'le, görüşme yapmak istemesi izledi. Irak’ta süren hükümet karşıtı gösterilerin, tavan yapmasıyla da pazıl tamamlanmış oldu.
Duymuşsunuzdur! Bu yaşananlar için ”yeni bir kurgunun ayak sesleri” diyen stratejisiler oldukça fazla. Haksızda sayılmazlar hani. Çünkü Petrol vanalarını kimseye bırakmak istemeyen Amerika’nın, Irak'la önemli anlaşmalar imzalayan Çin’i sınırlamak için, yapmayacağı hiçbir şey yok. Bu ise enerji açığını kapatma niyetindeki Çin’e, Musul-Kerkük petrollerini yar etmemek adına yeni bir senaryoyu akıllara getirmekte. Nasıl mı?
Belli ki DAEŞ’deki lider değişikliği, örgütün yeni görev alanını da değiştirecek. Buraların Orta Asya-Çin sınırı kadar, Musul-Kerkük bölgesini içine alan Irak topraklarının olması ise kuvvetle muhtemel… Tabi oyunun tutması için, uygun ortamın sağlanması gerekiyor ki Irak’ın durumu malumunuz. İşte tam bu safhada, kahramanlık payesi verdikleri terörist Mazlum’un sahne alması ve DEAŞ bahanesiyle YPG’nin Petrol’le buluşturulması, senaryonun son bölümü biçiminde dile getiriliyor.
Özetle Amerika’nın hedefi, petrolün kontrolü olduğu artık bariz. Suriye'de bütün petrol yataklarının, YPG'ye devredilmesini bu çerçevede okuyabilirsiniz. Asıl mesele; İran’ın petrol satışını çekinmeden engelleyen Amerika’nın, ekonomik ambargo uyguladığı Rusya'ya neden bunu yapmadığı...? Acaba bölgede “genel hatlarıyla” anlaştıkları yönünde çıkan haberler, doğru olabilir mi sizce? Yahut şöyle soralım: “Ateş olmayan yerden duman tüter mi…?”