Dolar (USD)
34.58
Euro (EUR)
36.28
Gram Altın
2993.88
BIST 100
9378.63
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
17 Şubat 2022

Plan belli

Emperyalizmin, hegemonyasını sürdürebilmesi için, bir “DÜŞMAN METAFORU” oluşturduğunu burada çek defa paylaştım. Oluşturduğu bu düşman ile kendi iç dinamiklerinden küresel dış politikaya, ekonomiden güvenlik alanlarına kadar, süreci yürüttükleri artık sır değil. Keza Soğuk Savaş döneminde söz konusu açılımlarını, Sovyetler Birliği ile sağladıklarını bugün çocuklar dahi biliyor. Sovyetlerin çökmesinin ardından ise yerine yeni düşman olarak “İSLAM”ın seçildiği şüphe kaldırmaz. Öyle ki 11 Eylül 2001 ile beraber Afganistan ve Irak’ın işgalini izlerken, El Kâide, Arap Baharı, DEAŞ… sosuna buladıkları, İSLAMA FOBİA hareketlerine şahitlik ettiğimiz açık. Ancak gelin görün ki bunların hiç birinden, istedikleri randımanı alamadılar.

Nitekim bunun FATURASINI da, kontrol altında tutamadıkları Çin ve Putin ile adeta küllerinden doğan Rusya vakıasıyla, ödemek zorunda kaldılar. Çünkü bırakınız bu iki ülkeyi, bu ülkelerle işbirliği yapanları dahi otoriter ve anti-demokratik olmakla suçlamaları bile, soğuk savaş zamanındaki KESKİN AYRIŞMALARI bir türlü üretemedi. Üstelik bozulan ekonomileri, Çin’in önlenemez yükselişi ve Batı’yı enerji kartıyla bağlayan Rusya’nın konumu da günden güne belirginleşti.

Anlayacağınız bu emperyalist güruh için, “TEHLİKE ÇANLARININ ÇALDIĞI” bir demden geçtiğimizi söylemek oldukça mümkün. Belki merkezinde bulundukları bir dünya da, istedikleri gibi at koşturabiliyorlardı önceleri. Fakat gelinen aşamada süreci yönetemedikleri gibi, kendi silahları “düşmanlaştırma metaforunun” kurbanı olmaya doğru sürüklendikleri kesinlikle yadsınamaz. O yüzden KAYBETMENİN VERDİĞİ RUH HALİYLE şımarık, jakoben ve üstüncü bakış açısının şehvetine kapılıp, bir ÇILGINLIĞA soyunmaları ihtimaller arasında görülebilir. Zira son otuz yıldır İKBALLERİ UĞRUNA çıkarttıkları savaşlar, kirli hesaplarınalar, kanlı saldırılar ve istila edilen zihinler düşünüldüğünde, yaptıkları yapacaklarını fazlasıyla yansıtıyor.

İşte bu açıdan incelendiğinde, şu sıralar Karadeniz’de cereyan eden gelişmeleri, aynı çerçevede değerlendirmek kati surette hata sayılmaz. Kaldı ki Ukrayna’dan tutun da Yunanistan’a kadar birçok ülkeyi KULLANARAK, “Avrupa’nın güvenliği” bahanesiyle RUSYA’NIN ÖNÜNE SÜRMELERİNİ, başka nasıl açıklayabiliriz ki? Tabi Rusya’nın karşısına çıkmaktan imtina eden Batı zihniyetinin, eylem ve söylem ile Moskova’yı PROVOKE etmesi de cabası. Amaçları ise açık… Gözden çıkarttıkları ülkeleri Ruslarla savaştırmak, meşgul etmek, darbe vurmak, bölgeyi istikrarsızlaştırmak ve tekrar dünya sisteminde ÖZNE olmaktan öte bir şey değil kısaca.

Peki, olası böyle bir savaşta, “Türkiye ne yapmalı” derseniz? Ekranlardaki anlı şanlı bazı stratejistlere bakarsanız, Türkiye’nin araya girmemesi fikrini savundukları ortada, Ama hiç birinin hangi arada kalabileceğimize dair, en ufak bir çıkarımının bulunmaması da manidar. O sebeple bir NATO üyesi olarak, dostluk kurduğumuz Rusya ve iyi ilişkiler geliştirdiğimiz Ukrayna’yı, bir masada buluşturabilmek, şuan için tek çıkar yol gibi duruyor. Zira krizi yumuşatmak, Rusya’yı sakinleştirmek, Ukrayna’yı gaza gelmemesi yönünde uyarmak ve en önemlisi de BATI’NIN OYNADIĞI OYUN hakkında her ikisini iknaya çalışmanın, en akılcı çözüm olduğu aşikâr.

Zaten Devletimizin de çabasının, bu doğrultuda şekillendiği muhakkak. Sn. Cumhurbaşkanımızın Ukrayna ziyareti dönüşünde; “Batı maalesef bu işin çözümünde katkı sağlamadı. Adeta çomak sokuyorlar” cümlesi ise tüm şifreyi çözüyor. Yoksa Ukrayna’yı dağıtacak, Rusya’yı yıkıma götürecek, Türkiye’nin kuzeyini yıllarca ateşe verecek, tehdit edecek ve belki de İÇİNE ÇEKECEK bir planın, KİMLERİN İŞİNE GELDİĞİ malumunuz. Bakalım, zaman ne gösterecek? Ama müzakerede hayat var…