Piyasa yapar gerisi bakar
Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) 75 baz puanlık faiz artışı sonrasında tüm dünyadaki merkez bankaları da
peş peşe faiz artırdı.
Bir tek Japonya’nın geri
durduğunu gördük, onların da yıllardır enflasyona ihtiyacı olduğu gerçeği baskın
geldi.
Türkiye Modeli ile enflasyonist ortamda büyüme yaklaşımının tercih edildiği açıklamalarını
yapan yetkililer daha sonra düşük faizin sabit kalacağını da belirtmişti.
Ara ara yapılan döviz
müdahaleleri ile Merkez Bankası rezervlerindeki
hatırı sayılır azalmalar, Türkiye’nin dövize olan bağımlılığını kritik eşiğe
getirdi.
Bu da zaten, “Bir fırsat olsa da
şu faizleri artırsak.” diye bekleyenleri pek bir memnun etti.
Borçların sigortalandırılması primleri
olarak ifade edilen CDS’ler arasında tüm dünyayı geride bırakarak
risk priminde 800 puanın geçilmesi olması Türkiye’nin küresel
ekonomide karşılık bulan birçok işte yer almasına rağmen finansal
ekonomide aynı karşılığı bulamadığı o makus talihin devam ettiğini
gösterdi.
Kur Korumalı Vadeli Mevduat (KKVM) ile bir miktar çözülen dolar hesaplarına rağmen istenen hareketin
sağlanmamış olması sonucu Gelire Endeksli Devlet İç Borçlanma Senedi
(GES) devreye sokuldu.
Amaç, piyasada yatırım dışında kalan âtıl
paranın dolar üzerinden baskı oluşturmasını engellemek.
Ama piyasa gerçekleri çok basit.
Aynı doğa gerçekleri gibi...
Acıkırsan yemek yersin, susarsan su
içersin...
Faiz varken faize alternatif bir piyasa
oluşturmak çok anlamlı değil.
Üstelik buna devlet güvencesi sağlamak
bile yeterli olmayabilir.
Türk Lirası cinsinden KKVM ile
sağlanan yatırımda pozitif reel getiri elde edemeyenlere GES ile fazlasını
önermek sadece güveni satın alanlara sunulan bir teklif olur.
Melek Yatırımcılık ile Türkiye’nin dışa bağımlı olduğu malların üretimini özel
sektörden niyetlilerle birlikte devlet garantili bir şekilde hayata
geçirileceği projelere ön ayak olacak adımlara başlansa bu paralar daha kolay
bir şekilde manipülasyon aracı olmaktan çıkarılabilir.
İnsanlar pozitif reel getiri istiyor.
Katılım bankacılığında yapılacak bazı düzenlemelerle melek yatırımcılık süreci bu
bankalara da havale edilebilir.
Bu arada şunu söylemekte fayda var:
Dolara yapılan
yatırım ile kazanç elde edeceğine inanan insanların büyük çoğunluğu zaten faiz
hassasiyeti olup da dolara yatırım yapanlardır.
Bu insanlara ve toplumun kalanına reel
getiri ile birlikte yatırımda pay alınması imkânı verilirse yurt dışından kredi
almak zorunda kalmadan pekala yatırımlar kaldığı yerden devam
edebilir.
Yatırımların devam etmediği bir
durumda enflasyonist piyasanın tüm serveti emip yok edeceği ve
geriye yıllarca boş boş çalışan nesiller bırakacağını söylemek gerekiyor.
Türkiye için daha fazlasını yapabiliriz.
ASGARİ ÜCRETE ZAM GELİR Mİ?
Temmuz ayında memurlara ve memur
emeklilerine getirilecek enflasyon farkı yıllarını vermişlerin çalışmalarının
karşılığıdır.
Analarının hakkı gibi helal olsun.
Ama bu demek değil ki toplumun bir kısmı
da üvey evlat olsun...
Açlık sınırının 6 bin lirayı geçtiği bir
ekonomide insanları yıl başına kadar 4 bin 250 lirayla yaşatmaya çalışmanın
sosyal bir yansıması olur.
Bunlarla karşılaşmamak için muhakkak
iyileştirme adımı atılmalı.
Görüldüğü gibi enflasyonist ortamda
dikkatler asıl hedefler yerine tali meselelere kaydığı için her anlamda
zarardan başka bir şey sağlamıyor.
Enflasyon tek hanelere indirildiği zaman
yatırımların ne kadar da hızlı bir şekilde arttığını daha önce gördük.
Bu nedenle tali işlerle uğraşmak ve
ölçümlemeyi anlaşılmaz boyutlardan kurtarmak için yapılması gereken yapılmalı.
Merkez Bankası bir adım atsa bile, itibar korunarak atılmayacak adımlar her şeyi
daha da bozar.
Önce itibar kazandırılmalı sonrasında
yapılması gerekenler yapılmalı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmalarına bakınca önüne bir takvim konulduğu anlaşılıyor.
Bu takvimin yanlış olduğu ortaya çıkarsa yeni
adımlar için düzeltecek zaman kalmayacak.
Dikkat! Dikkat! Dikkat!
Geç olmadan yapın yapacağınızı...