Perspektif
Aziz atalarımızın Orta Asya’dan kalkıp buralara gelmesinin sebebi ortaokuldan itibaren tarih derslerinde hep en basit haliyle öğretile gelmiştir. Yetersiz maddi kaynaklar… Gerek iklimin gerekse coğrafyanın bizzat kendi şartlarından ötürü verimsiz bir arazide İslam medeniyetinin gerilemesiyle küçük parçalara bölünen ve siyasi krizler içinde boğulan Türkistan ticaret güvenliği ve gelişimi açısından da sürekli kaybeden bir alana dönüşmüştü. Yokluklar içinde gerektiğinde çöllere çekilerek mücadele eden ve Tuğrul-Çağrı Beyler zamanında önce Azerbaycan’a, oradan da akınlarla Anadolu’ya inen Selçuklular netice itibariyle Muhammed Alparslan’ın emrinde dünyanın en verimli ve tam da tüm ticaret yollarının kesiştiği bir alanda hakimiyet kurmayı başardılar.
Başardılar başarmasına ama öyle derinlikli ve öyle çeşitli denklemler üzerinde duran gök kubbemiz kısa sürede surda delik açmayı başaran bu kartallar ordusunu da doğru kurumsallaşmayı eğitim-ticaret-ordu-siyaset dengesini kurmamaları nedeniyle hızla böldü ve onlarca parçaya ayırdı. Her biri kendi coğrafyalarında kudretli devlet ve devletçiklere dönüştü.
Orta Asya kültürü Anadolu gibi zengin bir ticaret ve ziraat coğrafyası için yeterli kurumsallık alt yapısını çapta bir birikime sahip değildi. Ancak bir bütünün parçası olduğunda ciddi bir çarpan değeri oluşturan bir yapıya sahipti. Kendi dinamiklerine bırakıldığından bugünden farksız hale geliyor ve bir anda tüm büyüsünü yitiriyordu.
Ticaret ve tarım konusunda alt yapısı olmayan bir bütünün parçası olmak dışında oyun kurucu olmaya yetecek tecrübesi olmayan atalarımızın Anadolu’da tutunmak adına bir sonraki bayraktarı Anadolu Selçukluları oldu. Meseleyi en azından ticari manada çözmüş olacaklar ki inanılmaz bir program çerçevesinde tüm coğrafyayı kervansaraylarla limanlarla donattılar. Tüccarlara teminatlar verdiler. Yabancı tüccarlarla önemli anlaşmalar yaptılar. Gelgelelim onlar da açlık ve ıstırap içindeki Moğolların savaş makinesine dönüşüp iktisadi manada bitik olan bir coğrafyadan, İslam medeniyetinin gerilemesiyle çözülmeye başlayan Türkistan coğrafyasını önlerine katıp kapılarına dayanmalarına, haçlı seferlerine ve doğudaki sınırdaşı Müslüman devlet ve beyliklerin bitmek bilmeyen mücadelesine maruz kaldılar. (iki Müslüman devlet birbirine üstünlük kurabilmek adına Haçlılara yardım bile etti. Sonunda Allah hepsini cezalandırıp birer birer yok etti) Kendi içlerindeki taht kavgalarını hesaba katmıyorum bile…
Hasılı o dönemin insanları ve liderleri de ticaret ve siyaset doğru yerde konumlanamadığı için mesele yine en büyük silahı olanın herkesi mahvettiği o kör olasıca döngüye hapsoldu. Büyük fırsatlar kaçtı.
Kurumsallık adına çok şey öğrenildi. Eğitimde önemli adımlar atıldı. Fars ve Bizans’tan devlet yönetimi hususunda müthiş tecrübeler edinildi. Ama yine ticarette aziz atalarımız bir arpa boyu yol alamadılar. Varsa yoksa askerlik…
Takip eden dönemde Allah vazifeyi Osmanlılara lütfetti. Özellikle sahipkıran-cennetmekan Fatih’te dahil olmak üzere ilk liderler tüm hatalarına rağmen insan üstü bir gayret ve müthiş bir samimiyetle mücadele ettiler. Fatih’in başarıları bu samimiyetin açan gülü, Türk’ün kutsal vazifesinin kızıl damgası, dünyanın karanlık perdelerini yırtan keskin kılıcı oldu.
Gerçekten istisnai bir eğitim almış ve devletinde ciddi bir dönüşüm sağlamak istemişti. Fakat Çandarlı idamıyla başlayan Türk ailelerinin güçlerinin elinden alınması projesinin de başlatanı oldu. İleri de bir gün Osmanlı topraklarında Türk kökenli bir burjuva sınıfının çıkmamasının ve dolayısıyla milli bir sermaye oluşamamasının da baş sebebi kendisiydi. O günün şartları açısından belki devletin birliği açısından önceki Türk devletlerinin düştüğü hataya düşmemek adına çok kıymetli bir adım olsa da bugün yaşadığımız iktisadi sorunların önemli bir kısmına kapı açtı. Milli burjuva ve aristokrasi olmayınca ticaret yabancıların, Yahudi ve Rumların eline kaldı. Düşünün yani, o zamanlardan 20. yüzyılın başına kadar onlarda kaldı. 5 asırdan fazla… Neler yapmış olabileceklerini hayal edin…
Ömrünün sonuna doğru artık savaşları için %30’a varan vergi toplama faaliyetlerine girişince tebaanın da sevgisini ciddi şekilde kaybetti. Bir de dini cemaatlerin vakıflarına el koyunca toplumu konsolide eden bu kurumların da hepten desteğini kaybetti. Tarım ve basit zanaatkarlıkla yaşayan Türkler çıkış yolu için askerlikten başka bir şey bulamadı. O alanda da ordunun en güçlü kademelerine devşirmeler gelince sermaye biriktirme adına hiç şans kalmadı.
Kendinden sonra gelen oğlu II.Beyazıd dini vakıfların mallarını geri verince Evliya ilan edildi. Onun da dönemi Cem Sultan meselesiyle geçti. Hazine güçlenemedi. Tam da Batı’nın eski ticaret yollarını Osmanlılar ve Memlükler ele geçirdi diye yeni yollar arayışına girdiği zaman aralığı…
Derken talih Sultan Selim güldü. Mısır’dan öyle bir hazine geldi ki Osmanlı dünyanın en zengin üç ülkesi içine girdi. Cennetmekan vefat edince ağzına kadar dolu bir hazineyle Sultan Süleyman dünyanın öteki en güçlü zengini Şarlken ile savaşa tutuştu. Müthiş pahalı savaşlar… Hazineyi su gibi boşaltan savaşlar…Bu arada dünyanın ticaret yolları değişti. Biz ise Osmanlı’nın ticaretinin en kritik imtiyazlarını levanten tefeci ailelerine (özellikle Lorando ve Tubini ailelerine) bıraktık.
II. Selim, III. Murat ve III. Mehmet dönemleri tam anlamıyla sefahat ve şatafat çağının başlangıcı oldu. Arada ülkenin halini dert edip önemli işler yapanlar olsa da borç batağına sürüklenildikten sonra kontrol elden çıktı. Ülke borç verenlerin emrine girdi.
Öyle ki yıkılana doğru Osmanlı halkı hala borç paralarla saray yaptırırken kendi parasını İngiliz bankasının bastığının bile ne demek olduğunu anlayamayacak kadar iktisadi okuryazarlıktan uzaktı.
Sonucu çok acı oldu. Milletimiz bir zaman “para pul oldu” deyimini kültürümüze sokacak şekilde Osmanlı parası yerine yabancıların işlettiği vapurların ve tramvayların pullarını daha istikrarlı olduğundan kullanır hale düştü.
Ve bir gün borç almak umuduyla yanaştığımız Almanlarla bir olup savaşa girdik.
Ve bir gün Mondros Ateşkes Anlatması imzalandı…
Ve yine bir gün Dedeağaç’ta konuşlanmış olan ticaretin, sermayenin, sanayinin ülkesi, İslam’ın baş düşmanı İngilizler, bir haftalık mesafeden gelip İstanbul’u, Büyük Kartal’ın fethedip emanet ettiği İslam milletlerinin başkentini işgal ettiler…