Periferiden kapitalizme destek
Tarihsel süreçte yaşanan önemli kırılmalardan biri, Batı toplumlarında kitlesel olarak üretimin artması idi. Bu, bir dizi süreçle birlikte gerçekleşti tabii; Coğrafi keşifler, sermayenin birikimi, burjuvazinin doğuşu, modernleşme, teknoloji, sömürgecilik. Bu süreçte kapitalizm farklı aşamalardan geçerek bugünkü formunu kazandı.
“Gerçekler size uymuyorsa, siz gerçekleri kendinize uyduracaksınız” mantığı tam da modern dünyanın içinden çıktı. Yeni gerçeklikler yaratıldı ki, kapitalizm bunun en iyi örneklerinden birisini oluşturmaktadır. Önce ihtiyaç merkezli bir üretimden, tüketim merkezli bir üretime geçildi. Tabii ki bu arada “ihtiyaç” kavramı yeniden tanımlandı. Modern ekonomi bilimi, “ihtiyaçların sınırsız olduğu” varsayımı üzerine hareket etti ki, tüketim toplumu ve kültürüne ulaşmamızın temel referansını da burada aramak lazımdır.
Birçok yardımcı enstrümanlarla müthiş bir üretim-tüketim döngüsü kendisini gösterdi. Üretim giderek arttıkça, bu üretilen emtiayı tüket(tir)mek de gerekiyordu. İletişim araçları bunun için çok uygun fırsatları oluşturdu. Reklamcılık sektörü, ihtiyaç kavramının değişimi ve tüketimin körüklenmesi konusunda üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. Henüz televizyonla masum ilişki kurulan dönemlerde ürün üzerine odaklanan reklamlar, şimdi muhataplarına, üründen önce hayaller satıyor.
Geleneksel düzen ihtiyaçlar çerçevesinde bir üretim ve tüketimi öngörmekteydi. Artık geldiğimiz noktada, “tüketim” anahtar kavram olup hayatın kendisi bu kavram üzerine kurulmuş bulunmaktadır. Öyle ki, artık kimliklendirmelerimiz tüketilenler üzerinden gerçekleşiyor. Öncelikle insanda iç gerilim oluşturan bu durum, maalesef bir furya haline geldiğinden kitleselleşmiş bulunmaktadır.
Kapitalizmin bir sistem olarak temel sorunu, üretim-tüketim çarkının sürekli dönmesi ve sistemde bu anlamda tıkanıklığın olmamasıdır. Fakat meselenin bir başka boyutu daha var; ister tek tek ülkeler baz alınsın isterse dünya ölçeği; son kertede bölüşümde adaletsizlikler var ve durum zaman geçtikçe daha da derinleşiyor. Bunun anlamı, alt sınıfların giderek kitleselleşmesi ve yoksulluğun daha da derinleşmesidir.
Bireysel yetenekler ve güce dayandığı için kapitalizmin bölüşümde adaletsizlikler yaratması gayet doğal ve aslında sistemin gerektirdiği bir şey. Dolayısıyla gelecekte bunların düzelmesini aynı dünya sisteminden beklemek boşuna bir hayal.
Kapitalizm açısından burada temel sorun, kurulmuş olan döngüyü sürdürebilmektir. Yani insanların sürekli tüketmesini sağlamak. Fakat bu durum nasıl sağlanacaktır? Önce insanlar ve ülkeler elindeki varlıkları ile tüketmeye başladılar. İnsanların ellerindeki bitince, onları geleceğe doğru borçlandırarak (kredilendirerek) tüketmeye sevketti. İnsanlar ellerinde olmayan muhayyel paraları harcayarak tüketmeye devam ettiler. Şimdi bir konut alabilmek için bile on yıl borçlanıyorlar. Borçlanarak tüketmekle, hem bir emtiayı en azından piyasadaki değerinin iki katına alıyorlar, hem de bu farkı emeklerini tüketerek ödüyorlar. Maddi ve manevi olarak insan her şeyini piyasaya veriyor; yeter ki fiyakası bozulmasın.
Yukarıda belirtildiği üzere bunun sürdürülebilirliği en önemli sorun. Kapitalizm insanın içindeki nefs-i emmarelerini kızıştırarak onda bir karşılık buluyor. Bu sürdürülebilirliğin insandaki içsel karşılığı. Öte yandan özellikle üçüncü dünyada ve Müslüman ülkelerde periferide olanlar da merkeze taşınarak (bunu şehre göç ederek diye de okuyabilirsiniz) onlar da tüketim çarkının içine dahil ediliyorlar. Özellikle kısıtlı gelirleri olan insanları geleceğe doğru borçlandırıyorlar. Şehirde yaşayan nüfusun, gecekonduların artması ile eşzamanlı olarak yaşam standartlarının düşüşü, kapitalizmin ve tüketimin yeni neferlerine merhaba demesinin bir tezahürü olarak da okunabilir.
Bu yazıya tartışmalarıyla katkı sunan arkadaşım Mustafa Göç beye teşekkür ederim.