Pejmürde!
— Bugün çok pejmürde görünüyor. Hayırdır inşallah!
— Evet evet. Sabahleyin yataktan çıkınca beni de çok sinirli bir şekilde üzerinden attı. Hatta neredeyse bana zarar verecekti. Halbuki akşamdan beri ne güzel sarılmıştım ona. Bütün gece üzerimde uyudu. Hatta bir o yana bir bu yana döndü üzerimde durdu. Ama hiç ses çıkarmadım.
— Allah iyiliğini versin. Hiç ses çıkarılır mı o bizde iken. Baksana kısa bir süreliğine de olsa ondan ayrı kalmak ne acı veriyor bize.
— Yok canım o kadar da değil. Asıl o bizden ayrı kalınca hep böyle pejmürde görünüyor ve acı çekiyor. Baksana nasıl da şaşkın şaşkın etrafa bakarak hangimizi tercih edeceğini bilemiyor.
— Bu onun şaşkınlığından değil kuzum, bizim sessizliğimizdeki çığlıkları duyuşundandır. Ne çabuk unuttun sabah ve akşam onun üzerine girmek ve her yerine temas etmek için ne çok göz yaşı döküp yerimizde ses çıkarmadan onu beklediğimizi.
— Biz mi! Asıl o bir o yana bir bu yana koşturarak bizim hangimizi tercih etmek noktasından hayretler içindedir. Baksana bugünkü pejmürde haline! Biz mi öyle olsun istedik.
— Sana bir şey söyleyeyim mi!
— Söyle ama öyle cins şeylerden olmasın.
— Biz onun üzerinde olmasak ve her tarafını kapatmasak ne kadar çok çirkin gözükecek. Hatta onun gibi olanların nefretini bile celb edecek. Baksana onların dışındaki her şeyin kendinden olan libasları var ve ne kadar da güzel duruyor. Ama o ve ailesi bize muhtaçlar.
— Ya! Değil mi! Benim de onlar için yakıştıramadığım bu yetersizliklerini bilmeden bize hep sarılmaları olmuştur. Ama olsun. Bize sarılıyorlar ya. Ne güzel bir duygu. Onlara temas etmek ve onların üzerinde bayram etmek.
— Hayırdır. Bakıyorum bugün pek de methiyeler düzüyorsun onlara.
— Düzmeyip de ne yapayım benim şapşal çok renkli arkadaşım.
Bizi bu hale onlar getiriyor. Biçimimizi onlar oluşturuyor. Rengimizi onlar seçiyor. Üzerimizdeki her türlü faaliyeti onlar yapıyor. Peki sen söyle bizi üzerlerine almasalar gün boyu onların üzerinde nasıl faaliyet gösteririz. Bıraksalar bizi bir kutunun içine ömür boyu orada kalır ölürüz ki kimse ölümümüzden dahi haberdar olmaz.
— Neyse neyse boş ver onları şimdi. Baksana! O kadar da anlattığın gibi değiller. Saatlerdir arkadaşlarımızın arasında dolaşıp duruyor o pejmürde. Birini alıyor diğerini bırakıyor. Birini giyiyor diğerini çıkarıyor. Vallahi her sabahki bu kararsızlığı ve hepimizi yerimizden edişi ayrı bir dert. Zaten sık aralıklarla sıcak suda ve bol –o adı neydi– beyaz köpürten şeyin içinde bizi dakikalarca durduruyorlar. O da yetmiyormuş gibi bir de sıcak düz bir demirin altında üzerimizden gidip geliyorlar. Hele arada bir iliklerimize kadar işleyen o havalı sıcak ne çok her yerimizi etkiliyor. En sonunda da bizi ya dar ağaçlarına asıyorlar ya da kolumuzu kanadımızı katlayıp bir yerde üst üste koyuyorlar.
— Peki! Ya bizim kadar çok arkadaşımızın olmadığı her gün aynı arkadaşımızı üzerine tepenlere ne demeli. Onlar can değil mi! Arkadaşımızın canı çıkıyor sürekli hatta gece gündüz demeden aynı bedeni sarmaya. Bazen yıkanmaya bile hasret kalıyor. Neredeyse kirden kokudan boğulup gidiyor. Kim verecek o ölen arkadaşlarımızın hesabını.
— Orasını ben bilmem. Kendilerinin problemi. Benim işim o güzel bedenleri sarmak. O güzel tenlerde vatan tutmak. Güzel kokuları içime kadar çekmek. Gün boyu sardığım tende bayram etmek.
— Sen zaten hep öyle oldun. Önce cam vitrinlerden bakıldı sana. Ulaşmak için sana ne ter döktüler içindekiler. Sonra da seni üzerlerine geçirerek birbirlerine hava atıverdiler. Bilseler bir sana bana ve bizim gibi olanlara hayat veren onların teni olduğunu, inan ki ne bizi bu kadar havalandırır, ne de kendileri o kadar komik duruma düşerlerdi. Ne yapalım! İşte içimizde yürüyenler üstümüze oturanlar uzanıp üzerimize yatanlar koşup bizimle ter atanlar, hatta bizimle birbirlerine hava atanlar bu kadar komikler.
— Boş ver sen onları. Baksana bizim bu günkü pejmürdemize. Hâlâ içimizden birini tercih edemedi. Birimizi alıp diğerimizi bırakıyor. Gerçi bizlere dokunuşu dahi çok güzel. Bir de üzerine bir yerleşsek gün boyu bayram edeceğiz. Gittiği yerler bizi konuşacak. Herkes ondan değil bizden bahsedecek.
— Aslında biliyor musun!
— Neyi!
— Çoğu zaman şunu düşünmüşüm. Şu üzerlerine oturup da tenlerine dokunduklarımız sadece yürüseler, konuşmayıp birbirlerini rahatsız etmeseler, bizi o kadar da huzursuz olmayacağız.
— Nasıl yani!
— Onların üzerinde onlardan olmayan tek şey biziz. Ne canlıyız, ne de canlarının bir parçasıyız. İstedikleri zaman bizi çıkarıp bir yere koyabilirler. Buna karşı koyamayız. İstedikleri zaman üzerlerinden bizi atarlar, buna hayır diyemeyiz. Ve dahi bir gün bize hiç ihtiyaçları olmayacak.
— Açtın yine şom ağzını! Ben heyecandan yerimde duramıyorum. Beni üzerine alması için kıvranıp duruyorum. Bugün de beni üzerine çeksin ve bayramım olsun diyorum. Hele bak! Sen neler konuşuyorsun!
— Ben yoruldum artık. Yerimde sessiz duracağım. Kendisi bilir. Tercih ederse beni gün boyu onda bayram ederim. Tercih etmezse de yolunu hasretle gözlerim. Belki gün içinde veya akşam hatırına düşerim. Tekrar sarar bedenimi bedenine.
— Vallahi bana bakıyor. İşte bana doğru geliyor. Günler, hatta aylar sonra sıra geldi bana. Neredeyse onsuz küf tutacaktım.
Hoşçakal arkadaşım hoşçakal. Üzülme, sıra sana da gelir elbet bir gün.
— Güle güle arkadaşım güle güle. Elbet bir gün sıra bana da gelecek. Umarım çok geç olmayacak.