Pazartesi Suratsızlığı
Siz bu yazıyı Salı günü okuyacaksınız fakat bu yazı bir Pazar sabahı yazıldı. Kuşluk vaktinde. Müezzinler neredeyse günün ikinci kısmına geçiyorlar. Saladır, namazdır, tesbihtir, kahvaltıdır ve biraz mayışma derken... Hepsi var. Fakat davet ettikleri nüfus öyle midir bilinmez. Sabah namazını kaçırmak buna iman edenler olarak neredeyse hiç birimize dokunmaz mı oldu? Servisi kaçırdığımıza üzülebilme ihtimalimiz kadar bile olmayabilir mi? Ya da galeride bizim onu satın almamızı heyecanla bekleyip duran ve daha dün sabah her zamanki yerinde görünmeyen o gıcır otomobili veya indirime giren bir giysiyi kaçırmak kadar acı olmayabilir mi? Tamam kapatıyorum, konumuz namaz değil. Müftülükten emekli eski bir vaiz değil belki ama zulada özgün dinci çıkışlar yapan bir yanı var kalemimin kabul. Sustum. Gitmeyin. Beni bu kalemle yalnız bırakmayın. Birlikte hayıflanıyoruz işte. Hayıflanarak yaşıyoruz. Yapmadıklarımıza üzülme edebiyatını tövbe sanmaya başlayalı kaç yıl oldu sahi? Yapıvermek daha yeğni iken.
Taa müezzinlerden nereye geldik iyi mi? Yazı da hayat gibi işte. Akmakta. Kilise çanları henüz ovuşturuyor gözlerini. Ayinesi ibadettir kişinin. Bugün Pazar.
Cumartesi; boşa çıktığı gündür insanın. Dinlenme ve eğlenmenin erdemli olabilirliğine rağmen belki en çok yasak savamadığı, yasaklarıyla kavgalaştığı. İhlal günü. Malum Yevm ü's Sebt. İyi bilirim o kıssayı. Allah'tan insanlığın öykülerinden birini dinlemek, üryan kendiyle tanışmak gibi oluyor.
O kıssada insanlığın erdemsizliği tercih ettiğinde bildiğin hayvanlaşacağını söyler. Kızınca birbirimize yüksek sesle dediğimiz şey; "Hayvan!" olacağını... Maymun, domuz ne varsa. Aşağılık olacağını. Kendinden düşeceğini. Salt fiziğinin berisinde kalacağını. Bi' gıdım fiziğinden öteye gidemeyeceğini. Ruhsuz. Nalları etine batmış da kendi batağından çıkamamış bir cinnet atı gibi. Nefs nefse hırıltılı...Bir nevi kalp krizi.
İnsan kendini amaçsız bir eğlenceler zincirine vurduğunda böyle oluyor. Bütün bunlar Cumartesi gününün başının altından çıktı. Bazı hayatlar haftanın her günü Cumartesi gibi. Kimi hayatlar da her gün Pazartesi iyi mi?! İnsan karın ağrısı vallahi.
Dediğim gibi bir hafta sonunda yazıyorum bu satırları. Sabahın ilk saatleri, kuşluğa kadar geceye ait bir sessizliği enselemek mümkün. Fakat öyle tahmin ediyorum ki çalışanlarda bir 'yarın Pazartesi suratsızlığı' var. 'Çalışmayan kadınlar' da ne demek? Asıl evde çalışır insan kızı. Hem de ücretsiz, belki karın, kim bilir inşallah gönül tokluğuna. Bitmeyen mesai ile hem de. Mübarek tek başına hizmet sektörü. Hezimet te denilebilir mi bir düşünelim. Yani düşünün bugün tatil. Ve onlar yine iş başında. Evcilik oyununda her bir mızmızın spesiyalini/özel mamasını oluşturmakta. Ha bugün Pazar olunca yarın da Pazartesi oluyor illa. Takvimin farzı bu. Bunu değiştirmek mümkün görünmüyor sevgili mızmız insanlık. Malum Pazar'ın ertesi. Sanki iş olmasa naapacaktık a deccaller? İş hayatın tesellisidir de öte yandan. Bu deccal lafını bu anlamda kullanmayı köylü bir hanımdan öğrendim. Okul dönüşü boşa çıkan yaramaz çocuklarından bahsederken yüzü düşer: "Yine geliyor deccaller!" derdi. Ben bunu çocukların başa çıkılmaz yaramazlıklarını görünce anlamıştım.
Sabah sabah suratları geziyorum. Sabah gözlemi. Ev pispasları heyecansız ve mızmız, sokak pispasları ise ayağına menüsü getirilmemiş bir patron edasında, dibindeki lüks çöp restorana gitmeye üşengeç. Uygarlığın huysuzluğu onların tüylerine de sirayet etmiş.
Canlılara ne oluyor böyle? Yaşamak mı istemiyorlar, yaşamak diye bir şey var da onu mu bilmiyorlar...Eşya daha canlı sanki onlardan.
Hem Pazartesi bende daima bir heyecana tekabül eder. Besmele gibidir. Başlangıçtır. İlktir. Öncüdür. Cuma'ya kadar elele ha hayret, ha gayrettir.