Paradigmayı kaybetmek
Müslüman toplumlar her bakımdan ciddi bir dağınıklık içindeler. Bu dağınıklığın temel sebebini zihni müşevveş bir duruma veya daha düşünsel bir kavramla ifade edecek olursak paradigmal bakış açısının olmayışına bağlamak lazımdır. Belki ikinci sırada bu paradigma çerçevesinde bir strateji geliştirememe sorunu zikredilebilir.
Elbette müslümanların en üst düzeydeki paradigması tevhiddir. Tevhid, Raci Faruki’nin kitabında da belirttiği üzere insanı kuşatan bütün alanlara yansımaları olan bir bakış açısını ifade eder ki, tevhidi sadece dini bir kavram olarak görmek bunun için yanlıştır. Çünkü bütün dinler dünyaya karşı (=yönelik) bir tavır alırlar. Tam da bu sebeple dinlerin aynı zamanda bir dünya görüşü de oluşur. Doğrusu Almanca’da “Weltanschauung” şeklinde ifade edilen dünya görüşü, erken dönem sosyologların dinleri analizlerinde de önemli bir yer tutmaktadır.
Burada temel iddiamız müslümanların paradigmal bakış açısını yitirdikleri şeklindedir. Belki bu tezimize, sosyal medyadan gündelik ve ilmi kullanımlara kadar müslümanların söylemlerinde “İslam”ın merkezi bir yer tuttuğunu söyleyerek itiraz edenler olabilir. Elhak bu tür bir yoğun kullanım olduğu doğrudur. Fakat bu kullanımlarda birkaç türlü problemi görmekte gecikmeyiz. Birincisi, İslam üzerine konuşmalarda ciddi bir hamaset gözlemlemekteyiz. Bu, bir yandan islam üzerine her türlü konuşmayı her türlü koşulda haklı çıkarmak adına “koşulsuz onama” şeklinde gerçekleşirken, diğer yandan yaklaşık birkaç yüzyıldır devam eden modernleşme serüvenimizde ciddi bir travmaya (bunu yenilgi olarak da okuyabilirsiniz) uğramış olan müslümanların “yenilmişlik” psikolojisi ile davranış sergilemelerinden kaynaklanmaktadır.
İkincisi, modernleşme tecrübemiz bile aslında epey bir zaman ve yol katetmiştir. Modernlikle ilk karşılaşıldığında yaşanan sarsıntı öncelikle paradigmadan bir şüpheyi birlikte getirmiştir. Zira modernlik dünya tarihinde ciddi bir kırılma yaratmıştır. Fakat 20. Yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Batı’da modernleşmeye getirilen eleştiriler karşısında, daha sonraki süreçte müslüman toplumlarda da en azından bu durumun aşılabileceğine dair özgüven gelmişti. Ancak bugün gelinen noktada, küresel dünyaya genel bir teslim olmuşluk göstermektedir ki, bu özgüven yerini başka bir paradigmanın hakimiyetine bırakmıştır. Aslında hakimiyetinden de öte paradigmaya güvensizlikler başlamıştır. Ümitsizlik ve güvensizliğin temel nedeni de, aradan geçen zaman diliminde paradigma boyutlu sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel tecrübelerin başarısızlığıdır. Şimdi müslüman coğrafyanın çocukları bu ümitsizliğin ortaya çıkardığı bunalımı yaşamaktadırlar.
Bugün baktığımızda sosyal medyadan “laf yetiştirmeyi”, argo deyimiyle “kapak yapmayı”, tweet atmayı galibiyeti elde etmenin araçları olarak görenler var. Bir kere İslam düşüncesinin geliştirilmesi için çok ciddi çabaya ihtiyaç vardır. Kitap okumaktan imtina eden, ilmi tartışmalardan uzaklaşmış, kısır ve faydasız işlerle vakit geçiren, entelektüalitesi giderek zayıflamış müslüman toplumların Batı ile başetmesini beklemek beyhude bir çaba olacaktır. Çünkü her seferinde gerçeklikten uzaklaşıp, odak noktayı kaçırınca paradigmaya olan inanç ve güven de zayıflamaktadır.
İslam düşüncesinin sağlıklı olarak geliştirilmesinde, öncelikli olarak paradigmayı yeniden ele almak gerekiyor. Fakat paradigmayı gerçekten kopuk, bilim, akıl ve gerçeklikten uzak bir şekilde sunmak, ona dair sessiz negatiflemeyi besleyecektir. Postmodern paradigmanın tüm alanlarda yansımalarını gösterdiği, kavramların ve tanımların değiştirildiği bu dünyada kendi paradigmasından bakmak bir kez daha hayati bir önem kazanmıştır. Yoksa başkalarının kelimelerini konuşurken, o kelimelerin paradigmaya zorunlu adres göstermesi anlaşılamayacaktır.