Paradigma Değiştiren Sosyolog Nur Vergin
Gençlik dönemini yurt dışında geçiren Nur Vergin, Türkiye’ye geldiği yaz aylarında Türk sinemasının önde gelen bir aktörüyle olan beraberliğini evlilikle noktalamayı düşünürken anlatılanlara göre annesinin müdahalesiyle yurt dışına gönderilir.
Siyasî bir ortamın zorladığı doğal bir durum olarak beş yaşında Ulus gazetesi okuyan Nur Vergin, on yedisine geldiğinde, oynadığı piyesin yönetmeni olan hocasının arkadaşı Albert Camus ve ünlü bir sinemacının izlediği bir genç kızdır. Bu olayı Nur Vergin sonraları şöyle anlatır: “Bir sahnede metin gereği kahkaha atıyor ama aynı anda hüngür hüngür ağlıyor sonra yine kahkaha atıyordum ve bu dikkat çekmiş. Camus ‘Bu küçüğün eğer hayatta bir yeteneği varsa, o da tiyatro’ demiş. Bunu duyunca Allah!.. Eve gittim ve lise bitince Comedie Française’a gitmek istediğimi söyledim.” Tabii ki onun bu kuruma gitmesine izin verilmez.
Yaptığı araştırmalar ve yazdığı kitaplar akademik ve siyaset dünyasında tartışmalara sebep olur. ‘Ereğli’ araştırmasıyla sanayileşme birlikte toplumsal değişimin yavaş olduğu tezini, tersine çevirerek bunun hızlı bir değişeme sebep olduğunu ortaya koyar. Araştırmalarında bu değişim sürecinde en önemli sığınak olarak dinin öne çıktığını gözlemler. Sorbonne’nda verdiği ‘Sanayileşme ve Toplumsal Değişme, Ereğli Örneği’ teziyle bilinenin aksine sanayileşmenin kentleşme ve sekülerleşmeyi değil, aynı zamanda dindarlığı da artırdığı sonucuna ulaşır.
Doktora tez konusu ve hazırlama sürecinde ulaştığı veri ve sonuçları kısaca Nur Vergin şöyle özetlemektedir: “Son derece pozitivist varsayımlarla Karadeniz Ereğlisi’ne gittim ve iki sene üçer ay köylerde kaldım: Madem sanayileşme gelmiş, o halde burada iyice örf, adet, din kavramları artık aksesuar olmuştur varsayımıyla... Ama ne göreyim, tam tersine, sanayiden önce orada mevcut olmayan bir tarikatlaşma ortaya çıkmış. Fransa’ya döndüm. O kış boyunca İslam, tasavvuf ve tarikatlar üzerine araştırma yaptıktan sonra tekrar Ereğli’ye gittim.
Vardığım sonuç şuydu: Kalkınma, sosyal grupları memnun ediyor ama aynı zamanda değerler sistemini de darmadağın ediyordu. Eskiden doğru bildiklerinin yanlış olduğunu görüyor, yanlış bildikleri şeyler de birdenbire doğru olarak karşılarına çıkıyordu. İnsanoğlu böyle dönemlerde neye yönelir? En iyi bildiği şeye, dine. Çünkü o bir sığınak, onu himaye edecek, bu kapitalist sanayi toplumunun dehşetengizliğine karşı. Oradan hareketle bir de baktık ki meğerse dünyanın birçok yerinde böyleymiş.
Çalışmam Batı akademyasında çok takdir gördü. Fikir olarak gündeme gelmeye başlamış ama alan araştırmalarına dayanan ampirik bulgular pek yoktu. Bunu büyük bir sosyolog olduğum için bulmadım, şansım oldu. Köylüler bana evlerini, içlerini açtı.”
Fransa Devlet televizyonuna program hazırlama ve Fransa Parlamentosu’na raporlar yazma Nur Vergin’in gençlik dönemi aktiviteleridir. Fransa’daki gençlik dönemi sonrasını Nur Vergin kendi ifadeleriyle şöyle aktarmaktadır: “Liseden sonra altı sene ara verdim ama çok okurdum. Sonra daldım sevgili üniversitemin kapısından içeri. Önce lisans, yetmez yüksek lisans. O da bitince babam ‘Tamam, bitti, pılını pırtını topluyorsun, dönüyorsun’ dedi. Bir yıl burs aldım, sonra Fransa’da bizim TRT’nin muadili ORTF’ye kamuoyu araştırmacısı olarak girdim. Bir Türk kızı, Fransız radyo ve televizyonları için kamuoyu araştırmaları ve analizi yapacak, bunları da aylık rapor halinde kurum genel müdürüne, Fransa Meclis Başkanı’na ve Senato Başkanı’na sunulacaktı!”
Nur Vergin’in kaldığı babaannesinin evi, adeta bir siyaset merkezi gibidir. Cumhuriyet ve Sarayın seçkinleri, evin daimî misafirleri olurlar. Cumhurbaşkanının İnönü’nün eşi Mevhibe İnönü, (9.) Başbakan Saracaoğlu’nun eşi Sevinç Hanım, sabah kahvesi ve çaylarını, Nur Vergin’in oyun oynadığı evin salonunda içerler. Komünistlerin Türkiye’ye gelip bizi Sibirya’ya götürecek diye korku yaşayan sekiz yaşındaki çocuk Nur, Kremlin’e gönderilmek üzere Stalin’e mektup yazar. Mektubunda o, şöyle yazar: ‘Bizim gibi dünya çocuklarını mahvetmeyin. Dünya çocukları adına size yalvarıyorum’. Ancak mektup yollanmaz.
Anlattığına göre, Fransa’da iken, kendisini Türkiye’yle o kadar özdeşleştirir ki, bunu -şu sözleriyle aktarmaktadır: “Fransa’da ben ezilirsem, sanki bütün Türkiye ezilecek gibi hissederdim. Ezilmezsem sanki Türkiye’nin lehine olacaktı. Kendimi Türkiye ile öylesine özdeşleştirmiştim. Bu yüzden özellikle sınıf arkadaşlarımın önde olması gereken Fransızca gibi derslerde önde gidiyordum.”