Para Artık Habil'de Olmalıdır
Adına “Arap Baharı” denilen ve postmodern sömürünün yeni adı olan “Yeni Dünya Düzeni”nin emareleri henüz ortada yokken, İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü olarak kültürel-sanatsal bir gezi için Şam, Halep ve civarında olacaktık. Bir sebebe binaen katılamadım ve sanki o günlerde içime doğmuş gibi, bir daha oraları görebilecek miyim diye içimi tuhaf bir hüzün kaplamıştı. O gün gidemediğim o yerlere günü geldi bombalar yağdı. Bırakın tarihi kültürel mirasımızı, bu mirasın hayatta kalması gereken insan unsurumuz bile yok edildi.
Emperyalist yapının en temel özelliği şudur: Taşınabilir ve taşınmaz tüm tarihi ve kültürel birikimi siler, yok eder. Ne tarihsel birikim kalır ve ne de bunun mümessili olan insan. Endülüs dâhil, Bosna’dan; Kırım’dan, Kafkaslara, Türkistan’a (Orta Asya denilen yer) tüm İslam coğrafyasına bakın, bunu görürsünüz: Kahire’de, İskenderiye’de, Şam’da, Halep’te, Bağdat’ta, Samarra’da vd… Tüm kütüphaneler, ilimle uğraşan “entelektüel” insanlar, tüm “birikim” bir şekilde ortadan kaldırılmıştır. Türkiye gibi İslam Coğrafyası’nın beyni olan bir ülkede ise, bu daha profesyonel metotlarla yapılmıştır. Bu babda malumun ilanına lüzum yoktur! Bu kısmı ariflere havale ediyorum.
Ortaçağın karanlık Batı Dünyası’nın aksine Doğu (İslam) Dünyası’nda aydınlık bir çağ yaşanıyordu. Kilise’nin “Tanrı” tanımının çevresinde oluşturulan bu karanlık dünyadan Batı özellikle Endülüs kanalıyla Rönesans ve Reform hareketlerini yaparak kurtulmuştu.
Konstantinopolis’i evet almış ve İstanbul yapmıştık. Bu tarih bir devri kapatıp yeni bir devri açmıştı, buna da evet. Ama aynı zamanda bu tarihten sonra Avrupa, yeni arayışlara girmiş ve ilk hedef olarak o muazzam İslam mirasını yani Endülüs’ü yıkmıştı. Daha doğrusu bir daha geri gelmeyecek şekilde silmişti, tüm izlerini. Bu ne anlama geliyordu?
Osmanlı İstanbul’da taht kavgasıyla uğraşırken, kadim bir İslam ülkesi Endülüs tarih sahnesinden siliniyor ve belki en önemli sonuç olarak da “Coğrafi Keşifler” diye bize yutturulan ve bizdeki karşılığı “Sömürü Tarihi”’nin başlangıcı olan yeni bir dönem başlıyordu.
Avrupa’yı eski Yunan’la tanıştıran, tüm kadim eserleri çevirerek, şerh ederek, hiçbir kıskançlık emaresi göstermeden dünya ile paylaşan İslam Medeniyeti’nin o asil ruhlu ve bilgilerini paylaşmaktan asla çekinmeyen mütevazı âlimlerinin günümüzdeki çocukları, kökenlerini bu kadim Yunan’a bağlayan birleşik Avrupa’nın gözü dönmüş çocuklarının her türlü vahşetiyle karşı karşıyadır bugün. Ve ne kadar trajikomik bir durumdur ki, aslında Habil’den Kabil’e yine değişen bir şey yoktur.
İblis’in bildiği halde itiraz ettiği şeye sebep olan “kıskançlık” kelimesi o günden bugüne hala gündemdedir. İslam Ümmeti’nin kalender meşrep ve paylaşımcı çocukları ne kadar verirse versinler, Kabil’in torunları almaya doymamaktadır. Geri almamız gerekiyor artık. Ne varsa hepsini, Batı’nın elinden. Bizim olduğu kadar diğer mazlum milletlerin de kaderi bizim kaderimizle aynıdır bu manada. Dünya ancak bizimle bir “kurtuluş”a, “felah”a erişebilir.
Dünya “beş”ten büyüktür, çok doğru ama “beş” hala dünyadan büyük! Bu da gözümüzün önünde duran bir gerçek! O tarihlerden içinde bulunduğumuz postmodern çağa gelene kadar “para”yı elinde tutan hep bu beş ve yan partnerleri olmuştur. Para huzurdur aynı zamanda. Huzursuzluğumuzun temel birincil nedeni işte bu: Parasızlık! Para, hakiki manada İslam Dünyası’nın, Ümmet-i Muhammed’in eline geçene ve tertemiz, dürüst müslümanların emrine girene kadar dünya beşten küçük olmaya devam edecektir ve bizler de mutsuz olmaya devam edeceğiz. Evet, bu manada para huzurdur ve para artık Habil’de olmalıdır!