Paniğe gerek yok! Demokrasinin ayak sesleri bunlar!
Deniliyor ki "Sadece işini(!) yapmaya çalışan bir avuç özgür, masum, melek gibi medya mensuplarına operasyon düzenlendi! Bu operasyonlar yolsuzlukları örtme çabasıdır, yolsuzluklarını örtmek için masum insanlara suç isnat ediyorlar! Ayrıca işi sırf eğitim faaliyetleri olan bu sivil toplum örgütüne neden saldırılıyor?! Karıncayı bile incitmekten kaçınan abid, zahit ve alim bir kişiye bu yapılanlar reva mıdır?!" Deniliyor ki; "Bu özgür basına darbe girişimidir. Özgür basın susturulamaz. Gazetecilerin işlediği tek suç, hükümetten farklı düşünmeleri!" Peki, kimler böyle diyor?
İlki, paralel yapının hiçbir işe bulaşmadığına, onların tek suçunun yolsuzluklarla mücadele olduğuna inanan grup sadakatine iman etmiş eğitim mağduru bir kesim. Bunlara göre gaddar ve zalim hükümet, hiç suçu olmadığı halde -sırf diktatörlük olsun diye- bu yapıyı ortadan kaldırmak istiyor! İkinci kesim ise, bu yapının ekmeğini yemiş, suyunu içmiş, himmetinden faydalanmış, makam mevki tutmuş bir kesim. Bunlara göre ortada hiçbir şey yokken bu yapı zalim diktatör tarafından çökertilmek isteniyor. Bunlar musluklarının kesileceğinden, bir daha maklube yiyememekten, makam ve mevkilerinin elden gideceğinden korkanlar. Bir de tepenin en üstü var ki bunlar da aslında ne yaptıklarını çok ama çok iyi biliyorlar. Hangi amaçla ne tür işlere bulaştıklarını iyi bilen, hesabı kuvvetli, eğitim görmüş, donanımlı profesyonel bir kesim. Onlar bilinçli olarak bir algı operasyonu üretiyorlar.
***
Peki, gerçekten denildiği gibi hükümet muhalif basını susturmaya mı çalışıyor? İyi bir gazete okuru iseniz bu soruya vereceği cevap, "hayır" olacaktır. Bu ülkede sıradan bir gazete bayisinin önüne gidin ve günlük gazetelerin manşetlerine bakın, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Paralel yapının gazetecilerine yapılan operasyonu Yıldıray Oğur "Paralel devletin çekilmiş en net fotoğrafı" adlı köşe yazısında ayrıntılı bir biçimde yazmıştı. Bu insanlar 2009 yılında, 'Tahşiyeciler' olarak bilinen gruba yönelik düzenlenen operasyonda suç ve delil uydurdukları gerekçesiyle gözaltına alınmıştı. Yani ortada ifade ettikleri gibi özgür basına yapılmış kasıtlı bir susturma faaliyeti yok. Peki, ne var? Hakkında gözaltı kararı olduğu için emniyete giden eski Zaman yazarı Hüseyin Gülerce'nin ifade ettiği gibi ortada koskoca bir kumpas var! "Kimse meseleyi başka yere çekmesin, şov yapmaya kalkmasın" demişti Gülerce. Öyle bir yalan fırtınası estiriliyor ki suçları olmadığı halde delil uydurarak içeri alınan bu kişilerin hakkını savunmak, neredeyse yolsuzlukların üstünü örtmek olarak takdim ediliyor. Bu ve buna benzer kumpasları kuranlar, dinleme yapanlar, her fırsatta halkın oylarıyla iktidar olmuş hükümeti devirmek için türlü senaryo kurgulayanlar ise sırf gazeteci oldukları için masum, üstüne üstlük bir de demokrasi kahramanı(!) gibi gösterilmeye çalışılıyor. 30 Mart seçimlerinde halkın tavrını ne çabuk unutmuşa benziyorlar!
Uzun süredir paralel yapıyla ittifak içerisinde bulunarak hükümete karşı bir voltran oluşturma çabası içerisinde olan bir kesim ise sırf AK Parti'yi köşeye sıkıştırmak için kasıtlı olarak bu operasyonu eleştiriyor. BBP Genel Başkanı Mustafa Destici, muhalif seslerin susturulmak istendiğini ifade ediyor. Normalde dillerle pek alakası olmayan, Türkçeden başka dil tanımayan MHP ise tam 9 dilde yolsuzluklarla mücadele haftası yazdırıyor. Hala siyasetini paralel yapıdan medet umarak sürdürme gayreti taşıyan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğu' da "Türkiye bir sivil darbeyle karşı karşıya. Bir darbeci hükümet var. Demokrasiye doğrudan darbe yapıldı. Medyaya yönelik darbe yapılıyor" diyebiliyor. Demokratik bir ortamda halkın oylarıyla hükümet olmuş bir partinin nasıl darbe yapabileceğini doğrusu anlamak mümkün değil. Bir de bu ülkede darbe nedir bilmesek!
Son operasyonlarla ilgili olarak İsrail başta olmak üzere, anlaşmalı dış basını ve bir tatil günü AB'nin yaptığı açıklamayı da eklersek Gezi'den bu yana yaşananlar bize ortada sıradan bir AK Parti/Cemaat kavgası olmadığını göstermektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ifade ettiği gibi asıl mesele, Türkiye'ye istikamet çizme meselesidir. Uzun zamandır bu ülkede verilen mücadele Türkiye'nin tam bağımsız bir ülke olma mücadelesidir. Bu yüzden Cumhurbaşkanı'nın her defasında dik durarak "Türkiye'ye istikamet çizmeye çalışanlarla asla uzlaşmayacağız, onların önünde hiçbir şekilde diz çökmeyeceğiz" demesi, içerideki uzantıların kimyasını altüst ediyor.
Kimse Paralel Yapının yalanlarına kanmasın. Türkiye çok şükür yapanın yanına kar kalmadığı ciddi bir hukuk devleti olma yolunda adım adım ilerliyor. Bugüne kadar bu ülkede yaşayan "İnsanlar kendi çizdikleri yolda yürümesinler ve kendileri hakkında kararlar almasınlar" diye acımasız planlar yapıldı. Psikolojileri alt üst olmuş bu depresif tipler yüzünden az acı çekmedik bu ülkede. Artık yolun sonuna gelindi. Bu sefer Cumhuriyet tarihin en büyük davası açılmalıdır. Bu dava öylesine hukuk ve adalet zemininde işlemeli ki haklı ve haksız, suçlu ve masum birbirine karıştırılmadan koskoca imparatorluk bakiyesi olan bu ülkenin bekasına göz dikmiş, suça iştirak etmiş tüm kirli yapılar tasfiye edilmeli, suçlu olan cezasını çekmeli masumlar da hayır dua etmeli. Bu işin sonu Yeni Anayasa'dır. Bu ülkede yeni bir anayasanın yazılmasına kimse mani olamayacaktır.
Bu kaçıncı operasyon, bu kaçıncı engelleme çabası, bu kaçıncı kumpas sayısını unuttuk. Biz ilkesi olan, ülkenin kadim sorunlarının çözülmesini ve toplumun özgürleşmesini talep eden, bu uğurda her türlü riski alarak gayret sarf eden insanlar olarak, onlara her defasında tek bir şey söylüyoruz: Bu ülkede bundan böyle kuracağız her tezgah, atacağınız her sinsi adım, söylediğini her yalan geri tepecektir. Bu gelişmeler herhangi bir darbenin değil, yaklaşmakta olan demokrasinin ayak sesleridir. Türkiye artık sizin bildiğiniz o eski Türkiye olmaktan çoktan çıktı.