Pandemi Süreci ve Olası Hedef; 'Neo-sosyalizm'
Mart 2020’de, Pandemi süreci henüz başlamışken bu köşede şu ifadeleri kullanmıştım. “Pandemi ülkeleri birkaç tercih noktasına sürükleyecek. Ya totaliter adımlar atılarak sürecin etkileri azaltılmaya çalışılacak ya da kişisel inisiyatiflere saygı duyulacak, ya milliyetçi duyguları ön plana alarak ulus düzeyde içe kapanma noktasında adımlar atılacak ya da dünya geneli bir üst çatı kurulması için uluslar arası mekanizmalar eliyle çalışmalar yapılacak.”
Yaşadığımız pandemi süreci dünyanın gidişatı noktasında adeta bir turnusol kağıdı görevi üstlenmiş durumda. Sosyal devlet anlayışından uzaklaşmış ülkelerde büyük tahribatlar yaşanırken “otoriter iç düzene” sahip ülkelerin daha az hasarla süreci geçirdiği gözlemleniyor. Ya da böyle bir algı özellikle inşa ediliyor. Mesela; içeride komünizmi, dışarıda ise kapitalist politikayı uygulayan Çin’in, salgının çıktığı ilk yer olmasına rağmen bugün salgının etkilerini en aza indirgeyen ve salgından en az etkilenen noktaya gelmiş olması (basına yansıtılanlara göre) ulaşılmak istenilen hedef için altı çizilmesi gereken bir örnek.
Yani; tam olarak ortaya çıkan/çıkarılan algısal durum şudur; içeride işçi, memur ücretlerinden, katı piyasa kurallarına kadar totaliter uygulamalar yapan Çin aynı anda liberal politikalarını sürdürerek, dünyanın tamamına ürün satarak ülkesinin ticaret gücünü koruyarak büyüyebiliyor. Diğer taraftan liberal içyapıya sahip olan ülkeler kendi içlerinde büyük sorunlar yaşıyor, küçük ve orta ölçekli ticarethaneleri ile beraber insanlar da genel anlamda büyük sorunlar yaşıyor ve hatta bu sorunlar iç çatışmalara ve huzursuzluklara sebebiyet veriyor.
Peki, önümüzdeki süreçte kısıtlamalar gevşetilmez ve Avrupa’da başlayan kısıtlama protestoları artarak tüm batı ülkelerine yayılırsa, son raddede yukarıdaki örneklem ülkelere kurtuluş reçetesi ve rol-model olarak sunulabilir mi?
Aslında bu kurtuluş reçetesi çoktan algısal olarak yönetimlerle birlikte milletlere de sunulmaya başlandı. Dayatılan kısıtlamalar yakın zamanda kanunlar noktasında resmileşerek tam anlamıyla birer hayat biçimi haline getirilmeye başlarsa kimler itiraz edecek? Yakın gelecekte insanlar sadece nefes alabilmek, karnını doyurabilmek için devletler tarafından konulan tüm kısıtlamalara üstelik dayatılan mecburiyetlerle birlikte uymak zorunda kaldığında nasıl bir dünya olacak?
Sosyalizmin tanımını hatırlayalım. “Üretim araçlarının devletin elinde olduğu, ekonomik etkinliklerin kar etmek yerine insanların yaşam gereksinimlerini karşılaması gerektiğini öne süren siyasal öğreti…”
Bir soru daha soralım. Üretim araçları; devletin değil de küresel şirketlerin, o şirketlerin yönettiği küresel kurumların elinde olursa ya da küresel şirketlerin güdümüne girmiş sözde devletlerin elinde olursa ve görünürde birbirinden ayrı olsa da üst çatı noktasında aynı merkezden yönetilen sözde ulus devletler inşa edilirse bu yeni düzenin adına ne demek gerekir?
Her devlet, vatandaşlar nezdinde ulus devlet kavramını koruduğunu düşünürken aynı anda kuralları ulus üstü kurumların veya bu kurumlara hükmeden şirketlerin koyduğu bir düzene doğru itilirse bu “yeni dünya düzeni”ni nasıl tanımlamak gerekir?
Orta sınıfın artık olmadığı, yaşamak için dayatılan her kurala uymak zorunda kalan bir alt sınıf ve kuralları koyan üst yapılar…
Neo-sosyalizm!