Özü gülmeyenin yüzü güler mi?..
“Anadolu İrfanı”nı önceleyerek “Halka hizmet, Hakka hizmettir” düsturu
ile “zihniyet devrimi”
gerçekleştirip gönüllere yol yaparak jakobenizmi tarihe gömen anlayış, bu
özlenen örnek davranışıyla iktidarın kapısını araladı. Çünkü kökü mâzîde olan
âtîyi imar, geçmişi inkâr etmeden geleceği inşa etmenin yolu gönüllere
dokunmaktan geçer.
Bir
aşkı, bir derdi, bir cehdi, bir bilgisi ve bir ameli varsa insanın, hâl diliyle
konuşur. Kalp aynasında cilaladığı güzellikleri öyle bir yansıtır ki, meftûn
olmamak elde değil. Mısraları hâl diliyle ete kemiğe büründüren gönül erbâbı Niyâzî-i
Mısrî şöyle buyurur:
“Başta
devlet, dilde himmet, elde fırsat var iken...
Tut
elinden düşmüşlerin, sana saadet yâr iken...
Kimseye
bâkî değildir mülk ü devlet, sîm ü zer(*),
Bir
harab olmuş gönlü ta’mîr etmektir hüner!..” (**)
Gönüllere
taht kurulmasına, aidiyet duygusunun gelişmesine kapı aralayan en kuvvetli bağ;
ulaşılabilinir, üzüntü veya sevincin paylaşılabilir olmasındandı. Şimdilerde
söylem olarak ifade edilse de, eylem olarak gevşeme hâli var.
Hem
iktidar, hem de muktedir olmanın hazzının yaşandığı bazı kademelerde; tevâzunun
yerine kibir, hoşgörünün yerine horgörü illeti sirayet etti. Hem iktidar, hem
de muktedir olmanın yolu; gönülleri yıkmaktan değil, bilakis gönüllere taht
kurmaktan geçer. Bugünlere gelinmesinde, milletle bu kadar uzun yol
yürünmesinde en temel düstur neydi?..
Gelmeyene,
gitmek...
Vermeyene,
vermek...
Sevmeyeni,
sevmek...
Bu
düstura ters düşen zihniyet revize edilmedikçe, formatlanmadıkça “Türkiye Yüzyılı” mottosu eksik kalır,
zayıf kalır, gönüllerden uzak kalır.
Unutmayalım!..Tevazu yüceltir, kibir düşürür, gurur
aldatır, haset bitirir. Özünde tevazu, samimiyet ve gayret tasavvuru olmayan
topluluklar çökmeye mahkûmdur. Siyasete yön verme gayesi güdenler milletine umut
olmaya devam etmek istiyorsa; tevazuya, istişareye, değişime, dönüşüme açık
olmalıdır. Hırsa kapılıp milletle inatlaşanların, taleplere kulak tıkayanların
sonu hüsrandır.
“Halka hizmet, Hakka hizmettir”
düsturuyla davrananlar her daim kazanır. Hakkın rızasını kazanmaktan başkaca
yol arayanların âkıbeti berbâd olur. Niyetini bozan, ahdinden dönen kaybeder. Neyini
kaybeder?..
İnsanlığını...
Malını...
Makâmını...
İktidarını...
Dünyasını...
Dahası
ahiretini kaybeder.
“Hem iktidar, hem de muktedir” olmanın getirdiği
rehavetle halka tepeden bakılmamalı. Halka tepeden bakan Hakka tepeden bakar.
Hak ise âdildir; zulmetmez, zulmedilmesini sevmez. Verdiği nimetleri,
emanetleri alır, başkalarına verir. Emanet edilen makâmı, zenginliği kendinden
zanneden kaybeder. Kendi içinde adaleti sağlayamayanlar, dışarıdan değil
içeriden yıkılır.
Helalleşmek
benlikten vazgeçenlerin şiarıdır. Bunu başaramayanlar, önce çevresindekileri,
sonra kendini ve dahi Mevlâsını kaybeder. Bu yol ilelebed kaybedenlerin
yoludur.
Hırs
uykusundan uyanmaya vakit varken; tahkiri değil, adaleti, birlik ve dirliği
tahkim için omuz omuza verilmeli. Yorulanlar, hırsa kapılanlar, şîrâzesi
bozulanlar arka saflara çekilip; zorluklar karşısında yılgınlık göstermeden beden
ve ruhuyla mücadele verme kabiliyetine sahip “muhafazakâr devrimciler” ön cepheye sürülmeli. Gönülden gönüle
köprüler kuran, şuurlu, ahd ü mîsâkına bağlı, özünün tebessümü çehresine
yansıyan hasbî insanlara imkân verilmeli.
“Halka hizmet, Hakka hizmettir” şiarı
hamasetle değil; ancak adaletle, ferasetle, sadakatle, şefkatle, istişare kültürünün
ihyâ edilmesiyle anlam kazanır. Bunun yolu da birlik ve beraberlik ruhuyla
çıkılan seferi zafere dönüştürmekle mümkündür.
Vesselâm.
(*)Sîm
ü zer: Gümüş ve altın.
(**)Bazı
kaynaklar bu mısraları Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi ve Açıkbaş Ömer
Efendi’ye de atfetmektedir.