Öznel tecrübe
“Öznel tecrübe” ifadesi gerek klasik ve modern epistemoloji, gerek dindarlık boyutlarının gerekse modern ve post modernliğin özne-nesne ilişkisi ile dünya ve hakikat algısı bileşenlerinde derin anlamlar kazanmaktadır. Öznel tecrübenin bu yazının konusu olması, özellikle 2000 sonrası dinin yeniden algılanması ve tecrübe edilmesi ile gündelik yaşamın aurasında baskın bir karakter haline gelmesidir.
Birçoklarının zannettiğinin aksine
doğru bilginin imkânı İslam düşüncesi içerisinde ciddi bir tartışmanın
konusudur. İslam düşüncesi burhani olduğu kadar tecrübi ve dinsel bilgiyi de
varlığın farklı düzeylerini bilebilmek açısından kabul etmektedir. Dış dünyada
insani kategorilerle bilinebilecek olan eşyanın varlığını ortaya koymada İslam
düşüncesi elbette aklın ve tecrübenin verileriyle hareket etmektedir. Burada
süjenin (özne) tecrübesinin bir ilim ifade edebilmesi için dış dünyadaki eşyaya
tekabüliyetinin olması gerekmektedir.
Modern düşünce evrenin aklın
kategorileri içinde açıklanabileceğini öngörürken, bilme yollarını birbirinden
bağımsızlaştırarak ayırmış; dini bilgiyi ise tamamen bilgi kategorilerinin
dışında bırakmıştı. Modern düşüncenin bu düalist yaklaşımı, bir yandan bir
bilme tarzı olan bilimi pozitivist yöntemlerle ortaya koyarken, diğer yandan
aslında girmemesi gereken; “ben bilmiyorum” demesi gereken dini ve metafizik
olanın da işlevlerini üstlenerek teolojik bir karakter de kazanmıştır.
Modern düşünce “hakikat” kavramının
temel kriterini insana doğru yönlendirmişti. Bu, Descartes’ın “düşünüyorum; o
halde varım” mottosundan Kant’ın dış dünyayı kavramak üzere insandaki
kategorileri öne çıkarması birbirini bu konuda tamamlayan adımları
tanımlamaktadır. Bu durum, pre-modern dönemde insanın “hakikat” ya da dış
dünyaya göre değişiminin yerine insanın dış dünyayı değiştirmesi anlayışının
ikamesi ile sonuçlanmıştır.
Özne ile nesne arasındaki
tekabüliyetin bir temsil krizine doğru gitmesiyle beraber nesnellik ciddi
anlamda bir eleştirinin konusu olmaya başlamıştır. “Neyi bilebilirim” şeklinde
felsefe tarihinin başından beri sorulan soru, öznelliğin sınırlarına kadar daralmıştır.
Post modernliğin evrensel akıl ve bilim iddialarına karşı itirazları bugün
öznelliği, öznel dünyaları ön plana çıkarmıştır. Özellikle Alman sosyoloji ve
felsefe geleneğinin Fichte, Weber ve Gadamer gibi isimlerle öne çıkan damarı, insanın
bir dünya yaratma kapasitesi ve dünya algılarına ağırlık vermişlerdir.
Elbette küreselleşme çağında meydana
gelen bir dizi gelişme de öznelliği daha da beslemiştir. Postmodernlik
öznelliği öne çıkarırken, kitle iletişim araçlarının gelişimiyle bu öznellik
daha da derinleşmiştir. Öte yandan kapitalizmin yeni geldiği aşama sonucu, öznel
beğenileri öne çıkaran, “kişiye özel” ürünlere yer açan bir tüketim de insanın
dünyayı farklı bir biçimde deneylemesine imkân vermiştir.
Öznellik din bağlamında iki boyutlu
olarak ele alınabilir. Birincisi, kendisini teoloji olarak antropolojiye
dayayan ve “insanda potansiyel olarak bulunan her şeyi meşrulaştıran” bir
anlayış bir boyutuyla din açısından gerilim oluşturmaktadır. Çünkü İslam’ın
“heva” olarak adlandırdığı şeyler, din açısından kimi zaman gerçek dışı ve
insanın mahvına sebep (fücur) olarak adlandırılmaktadır.
İkincisi, insanın öznel tecrübe ile
kendisini ve dış dünyayı keşfi ise genel olarak din açısından olumlu
değerlendirilebilir. Çünkü burada insanın kendi potansiyellerinden başlayarak
dünyayı bir tecrübesi söz konudur. Dolayısıyla bu tecrübeden yola çıkarak bir
takva üretebilmesi mümkündür.
Müslüman toplumlarda maalesef
insanın kendisini ve dünyayı yeniden tecrübe etmesi bağlamında öznel tecrübe
kanalı tıkalı görünmektedir. Özellikle yukarıda niteliklerine atıfta
bulunduğumuz konjonktürün öznel tecrübenin işletilmesi noktasında gençler
üzerinde yoğun etkileri söz konusudur. Gençlere öznel tecrübenin yolunu tıkamak
yerine, onu nasıl dinsel söylem ile buluşturacaklarının imkânları sunulmalıdır.