Özne burada, iman orada
Son dönemlerde din konusunda yaşanan
tartışmalarla bağlantılı olarak, bazı mesafe alışlar, dönüşümler ve belki dine
yönelik negatif söylemlerde bazı artışların olduğu gözlemlenmektedir. Aslında
bunun sebepleri üzerine daha ciddi araştırmalar yapmak bir gerekliliktir.
Burada sorunun bir boyutuna bir sorun olarak
değinmeye çalışacağım. Özelde İslam’ın teori ve pratikleri üzerinde gözlemlenen
bu zayıflama, toplumda her kategoriden insanın imanlarından ilahiyatçıları
sorumlu tutan söylemlerin de dillendirilmesini birlikte getirmiştir. Elbette
ilahiyatçıların da diğer sorumluluk sahibi insanlar gibi ve onlar kadar topluma
karşı sorumlu olduklarını kabul etmekteyim.
Fakat ortada sorun olarak gördüğüm birkaç
nokta var. Birincisi, tüm dünyada deizm, ateizm ve agnostisizmin artmasının tüm
sorumluluğunu ilahiyatçılara yükleyen bir söylem var. Bu, bazan örtük bazan da
açık bir biçimde söylenmeye devam etmektedir. Bir başka tavır da, bazılarının
iman etmelerini ilahiyatçılara bir lütuf olarak sundukları gibi, dine
yönelimdeki kayıpları da “hadi hesap ver “ mantığıyla karşılamaktadırlar.
Burada birkaç boyutlu analizin yapılması
gerekmektedir. Birincisi, iman kolektif değil bireysel bir sorumluluktur. Birey
olmanın insanın kendi sorumluluğunu üstlenmesi şeklindeki boyutu toplumda
olabildiğince zayıf görünürken, maalesef bencillik ve birbirinden kopan
hayatlar bağlamında birey daha görünür olabilmektedir.
Her şeyden önce dünya hayatı insan için
trajik bir boyut taşımaktadır. İnsan nereden geldiğine dair “hikaye”ler
dinlemekle birlikte ölüm karşısında acizdir. Bir kere geldiği bu dünyada
hayatını nasıl yaşayacağını iyi seçmek durumundadır. Ancak çoğunlukla Kur’an’ın
da dikkat çektiği üzere “bir oyun ve eğlence” olarak dünya hayatı yaşanmaktadır.
Dolayısıyla “iman” dünyada ciddi bir sermaye olarak öne çıkmaktadır.
İnsanların hatta müslümanların çoğu da imanı
maalesef “bilinçsiz bir kabul” olarak pratiklemektedirler. Halbuki iman bir
yandan insana ontolojik bir güvenlik alanı açarken, diğer yandan ciddi bir
sorumluluk yüklemektedir. İman kelimesinin “emin”lik, “güven”lik anlamı ilkine,
iman konusu olan şeyin içeriği de insanın anlaması, akletmesi gereken bir
gerçeklik bağlamında ikinci anlamına tekabül etmektedir.
Ne kadar yaşayacağı (sermayesi) belirsiz olan
bir dünya hayatının sonunda insanı bekleyen ölüm bir anda insan için her şeyi
ciddileştirir. Dolayısıyla bu dünya hayatında insanın en özen göstermesi
gereken şey imanıdır. Çünkü diğerlerinin hepsi, dünyada bırakılacak bir masala
dönüşürler. Hatta aslında dünya hayatı boyunca iman etmekten daha önemli olan
şey, imanı özenli bir şekilde korumaktır. İmanın özenle korunması demek, tüm
hayatın imanın içeriğinde belirtilen gerçeklikten kopmaması ve tüm yapıp
etmelerinin hesabının verilebilir olması demektir.
Kendi adıma imanımı önemsiyor ve kaybetmekten
ciddi olarak korkuyorum. Nübüvvete özellikle inandığım gibi kutsal kitabım
Kur’an-ı Kerim’in ilk harfinden son harfine kadar da inanmaktayım. Kitabım
benim hayatım boyunca tek kılavuzumdur. Kelime-i şehadet bu dünyanın yegane
gerçekliğine tanıklık etme imkanını bana vermektedir ve aynı zamanda bana bir
sorumluluk yüklemektedir.
Dolayısıyla toplumda ailelerin ve birebir
insanların kendi “iman”larından bir başkasını sorumlu tutmalarının hiçbir
karşılığı yoktur. Çünkü gelecekte herkes kendi hesabını kendisi verecektir.
Bir reklam filminde çocuk “arabanızı
seviyorsunuz onu önem veriyorsunuz, beni sevmiyor musunuz?” diye soruyordu. Elbette
iman edip etmemek bir seçenektir ve insanlar bu konuda özgür olmalıdırlar. Fakat
insanın hayat tarzı, onun önceliklerini de gösterir. Dolayısıyla iman orada ise
özne de buradadır.