Özgürüz ikimiz de
“Hukukun üstünlüğü prensibi çerçevesinde bireysel hakları ve özgürlükleri evrensel bir miras ve anayasal düzenimizin temel ahlaki referansı olarak kabul etmekteyiz.”
Bu ifade, AK Parti’nin “24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ve Genel Seçimler Seçim Beyannamesi”nin “Güçlü Demokrasi” bölümünde “Haklar ve Özgürlükler” başlığı altında 24.sayfada geçiyor. Neredeyse kuruluş felsefesini temel hak ve özgürlükler üzerine bina eden AK Parti, son günlerde yaşadığımız “ifade özgürlüğü” tartışmalarının muhatabı haline gelmiş durumda.
Temel özgürlüklerin yok sayıldığı dönemlerden, vesayetin hâkim olduğu yönetim biçimlerinden, bürokratik oligarşi düzeninden, halka tepeden bakan ve kendisini devletin tek sahibi sanan elitist ve jakoben anlayışın hüküm sürdüğü dönemlerden bugünlere gelen, girdiği her seçimden zaferle çıkan AK Parti’nin en önemli argümanı “özgürlük” idi. Bu özgürlükler içinde de en çok ifade özgürlüğünü savunan AK Parti, 2002’den bugüne birçok kanun değişikliği ve düzenleme yaparak toplumsal alanda hissedilir ve ciddi rahatlamalar sağlamıştır. AK Parti iktidarı öncesinde özellikle “düşünce özgürlüğü” alanında karnesi oldukça kötü olan Türkiye, AK Parti ile kabuğunu kırmış, korkmadan özgürlük alanlarını genişletmiştir. Bu açılım politikalarının meyvesini ise seçimlerde alan AK Parti, AB’ye uyum noktasında müzakereleri hızlandırmış, yeni başlıklar açtırarak AB yolunda emin adımlarla ilerlemişti. AB yolunda atılan adımlar, hep toplumu hem de bizzat kendileri sıkıntı çekmiş olan AK Parti camiasını rahatlatmıştı. Çünkü AK Parti, hem iktidar hem mağdur idi.
Türkiye’nin normalleşmesi AK Parti ile oldu. AK Parti’nin ilk dönemine baktığımızda bu normalleşmeyi görebiliriz. 2002’de iktidar olan ama devletin katı yapısını bir türlü yumuşatamayan AK Parti’nin bizzat kendisi de 27 Nisan e-muhtırası ile tehdit edilmiş, eski Türkiye alışkanlığı olan parti kapatma davası ile önü kesilmek istenmişti. Neydi suçu AK Parti’nin?
Tüm bunlara rağmen vesayeti yok etmek isteyen, özgürlük alanlarını genişletmeye devam edeceğini duyuran AK Parti, 2007’de engellenen Cumhurbaşkanı seçiminin ardından yapılan seçimlerden yine zaferle çıkmıştı. Demek ki “özgürlük” mücadelesi anlamlıydı ve hep kazandırıyordu.
Anayasa değişikliği ile yoluna devam eden AK Parti’nin vazgeçilmez argümanı özgürlüktü. Kendisini ayakta tutan ve temel felsefesi “hak ve özgürlük” üzerine kurulan AK Parti döneminde niçin “özgürlük” tartışması yaşanmaya başlandı?
15 Temmuz hain darbe girişimi başarısız oldu ama iktidarın önüne de iki seçenek koydu: özgürlük ve güvenlik. Aslında biri olmadan diğerinin bir anlamı yok ama maalesef “güvenlik” ağır bastı. Devlet refleksi dediğimiz ağır hamleler ardı ardına geldi. Bu, beka tartışmasını doğurdu. Devletin bekası önemliydi. Belki de iktidarın devamı da bu “beka”nın devamıydı. Bir şeyin uğruna bir şeyden vazgeçme tercihi gibi.
Velhasıl şu günlerde cereyan eden hadiselere baktığımızda eski Türkiye özlemi içinde olan klikler, beyni tozlanan heriflerin ekranlardaki aldatmacaları, aşırı kutsanan devlete neredeyse var edenin kudreti gibi kudret atfedilmesi, koruyucu kollayıcı devlet baba vasfının abartılması, ulusalcı kanadın kendini devletin garantisi görmesi, katı Kemalist anlayışın alttan alta ısıtılarak sempatik hale getirilmesi, Atatürk üzerinden geçinenlerin sonunda bizim dediğimize geldiniz tavrının onaylanması anlamına gelebilecek birtakım işaretlerin varlığı “özgür Türkiye” nin en büyük tehdididir. Tek alternatif yine AK Parti’nin kendi çıkış beyannamesindedir. Biz yine de H. Hüseyin Korkmazgil’in dizeleriyle özgürlüğe uçalım: “Yaşadım birkaç bin yıl/Acılara tutunarak/Acı çekmek özgürlükse/Özgürüz ikimiz de”