Özgürlükler ve mahkeme
Son iki hafta içerisinde üç mahkeme kararı çok konuşuldu. Bu kararlar; DHKPC'li oldukları gerekçesi ile tutuklanan 9 ÇHD'li avukat hakkındaki karar, Pınar Selek hakkında verilen Mısır Çarşısı davası kararı ve son olarak ta Danıştay 8. Dairenin avukatların başörtülü olarak çalışabileceklerine dair yürütmeyi durdurma kararı.
Gündemin önemli bir bölümünü hala mahkemeler belirlemekte. Mahkeme kararları üzerinden de toplum benimsediği görüşe göre saf tutmakta. Adalet anlamını kimsenin hatırlamadığı bir kavram.
İlk iki karar ne yazık ki toplumun büyük bir kesimini ne oluyor dedirten türdendi. Zira daha önce beraat alan bir kişi müebbet hapis cezası ile cezalandırılıyor. Bunu hiç kimseye anlatamazsınız. Basına yansıdığı kadarı ile mahkeme başkanının izinli olduğu 45 günlük süre içerisinde yerine atanan hakimin klasörlerle dolu bir davayı inceleyerek karar vermesi ise ayrı bir konu. Mahkeme kararları sadece ilgili kişiler hakkında verilmekle birlikte eğer toplum vicdanını yaralıyor ise o zaman ters giden bir durum var demektir. Bu davanın seyri insanlara güvende olmadıkları hissini vermektedir.
2. karar ise DHKPC'li oldukları iddia edilen ÇHD'li avukatlar hakkında verilen karar. Bu dosyada avukatlar ile ilgili olan bölüm ciddi tartışma oluşturdu. Zira ciddi hiçbir kanıt bulunmadan ileri sürülen iddiaların bulunduğu bir dosya için her gün adliyede olan ve savunmanın bir ayağını oluşturan kişilerin büroları aranıyor dosyaları inceleniyor, hiçbir ciddi soru ile karşılaşmadan tutuklanıyorlar. En kötü olan ise polis merkezinden yapılan açıklama. Soruşturma aşamasının amiri savcılık makamı iken polis merkezinin bu olaya müdahil edası ile ve yaptıkları işlemlerin doğruluğunu kanıtlama amacı güttüğü izlenimi veren açıklaması "masumiyet karinesinin" katline neden oldu. Basın yayın organlarından verilen "onbir kapı kırılarak girilen kozmik odalar" anlaşıldı ki onbir farklı adresteki büro ve dernek merkezini ifade ediyor. Bu haber dili bana 28 Şubat sürecini hatırlattı. 28 Şubat sürecini görmüş bir kişi olarak bizim, görüşü ne olur ise olsun, kolluk, basın yayın organları tarafından kişilerin hak ve özgürlüklerinin korunması için herkesten daha fazla tepki göstermemiz gerektiğidir. Demokrasiyi özümsemiş ülkelerde bu tür uygulamaları önlemek için mahkemeler bulunmaktadır. Ancak bizde mahkemeler görevlerinin öneminin, değerlerinin farkında değiller. Zira her vatandaş için suçlu ya da suçsuz özellikle usul kurallarının uygulanması noktasında mahkemeler/hakimler bizlerin tek sığınağıdır. Öyle de olmalıdır. İddiaların ve kişilerin kim olduğunun çokta önemi bulunmamaktadır. Asıl sorun ise sadece belli başlı davalarda değil genel olarak tüm davalarda "Hukuk Kurallarının" özellikle usul kurallarının uygulanmadığı hala deliller üzerinden bir çalışma değil de ilgili ilgisiz kim var ise onların önce içeri alınması ardından olayın çözümü üzerine çalışmak gibi bir usulün yaygın uygulama şekilde devam etmesidir. İleri demokrasiyi kendisine hedef olarak koymuş bir hükümet, gerçekten bir şeyler yapmak isteyen bir adalet bakanının olduğu bir ülkede bunların süreklilik kazanmış şekilde her olayda karşımıza çıkması izahı zor bir durumdur.
Son bahsetmek istediğim karar ise Danıştay 8. Dairesinin, isteyen bayan avukatların mesleklerinin her aşamasında başörtülü olarak çalışabileceklerine dair yürütmeyi durdurma kararıdır. Ancak bu kesin bir karar değil. Asıl soru ise başörtüsü ile çalışmak gerçekten yasak mı? Hayır. Başörtüsünü yasaklayan üst norm kanun olan Anayasa'da uluslar arası hukuk metinlerinde ve Türkiye'nin taraf olduğu hiçbir sözleşmede buna dair bir hüküm bulunmamaktadır. Peki bu yasak nasıl oluşmuştur. 1989 yılında Baro başkanları yaptıkları toplantıda meslek kurallarına "başı açık" ibaresini hukuka aykırı bir şekilde eklemişlerdir. Oluşumu antidemokratik olan barolar ve onların başkanlarının aldığı bir karar ile kanun hiyerarşisinde en altta olan bir kurul temel hak ve özgürlükleri yasaklayan bir kararı almış ve bu karar 24 yıldır savunucuları tarafından en şedid şekilde uygulanmıştır. Bu karar diğer meslek odaları tarafından da aynı titizlikle (!) uygulanmıştır. Mahkemenin vermiş olduğu karar doğru ancak gerekçelerine katılmamaktayım. Zira başörtüsü ile çalışabilmek bir inanç hakkıdır. Kararda kamusal alan, kamusal olmayan alan, serbest meslek, kamu görevi gibi ayırımlar benimsenmiştir. Üniversitelerdeki başörtüsü yasağının kalkması ile bu yasağın anlamsızlığı ve de hukuksuzluğu görülmüş oldu. Ancak 82 Anayasası ile sistemi hazırlayanlarca oluşturulan kurumlar halkın iradesine aykırı olarak ele geçirdikleri kamu ve kamu niteliğindeki kamu kurum ve kuruluşlarındaki sınırsız yetkileri ile kendi ideolojilerini diğer insanlara dikte etmişlerdir. Bu karar eksik olmakla birlikte yasağın kalması için ilk adımdır. Bu karar bozulsa da onansa da başörtüsünün kamusal/yarı kamusal/kamu dışı alanların hepsinde hizmet sunan, hizmet alan ayrımı yapılmadan serbest olması gerekmektedir. Bazı çevrelerin iddia ettiği üzere başörtüsünün serbest olması için kanun anayasa değişikliğine de gerek yoktur. Yasaklar temel hak ve özgürlükler ancak kanunla sınırlandırılabilir. Serbesti için kanun yapma şartı bulunmamaktadır. Kötü niyetli kişilerin yanıltmak amaçlı olarak "kanun yapılsın serbest bırakalım" ifadeleri sahibi olmadıkları malı satmaya çalışan hırsızdan farksızdır. Zira ev sahibini bastırmış durumdadır.