Özgürlükler kıskacındaki Nur Vergin
Türkiye’deki tek parti ve olağanüstü dönemlerde, dine ve kutsala bakış açısının otoriter ve totaliter olduğunu düşünen Nur Vergin, sözleriyle seküler çevreleri rahatsız eder. Kendi ifadeleri bu hususu anlatmaktadır: “Bazıları da, ‘Ezan Türkçe okunsun. Ezan Arapça okununca ben anlamıyorum’ diyor. Bunu diyenlerin çoğu zaten ezanla alakası olmayan insanlar. Ona sormak lazım. Peki sen ezanı anlasan namaza mı duracaksın?”
Uzun yıllar süren terör eylem ve sorunun çözümünde ‘beyaz Türk’ Nur Vergin şu çözüm tekliflerinde bulunur ki, bu önerilerinden dolayı büyük tepkilerle karşılaşır. Ancak laik bir sosyolog olarak o, yine de güneydoğu ve terör problemini ‘din kardeşliği’ çerçevesinde çözüleceğine inanmaktadır: “Bu sorun toplum katında halledilecek. Bu sorunun halli için ‘din kardeşliği’ çok iyi bir faktör. Varoşlarda insanlar arasında etnik çatışma yok. Çünkü bunlar Müslüman. Din kardeşliği çok önemli. Türkiye’yi yumuşatıcı bir faktör bu. Ben, muktedir olsam, Türkiye’nin sosyal psikolojisi açısından bu din kardeşliğini promote etmeye (desteklemeye) çalışırım, laiklikten sapmadan böyle bir açılımı desteklerim. Zaten AKP’nin Kürtlerden de oy almasının nedeni bu. Çünkü halk dindar. Başbakan (o dönem için), ‘ben Rizeliyim. Eşim Siirtli’ diyor ve anlayan anlıyor. Aslında din kardeşliğine vurgu yapıyor. Kürtlerden de Türklerden de oy alıyor.”
İstanbul Üniversitesi’nden emekli olduktan sonra Nur Vergin, toplum, medya ve akademiden uzak bir ‘inziva’ hayatı yaşamaya başlar. Sebebi sorulduğunda “Şimdi hastayım ve evdeyim. Seyahat edemiyor, davetlerde de boy göstermiyorum. Çok nadiren dışarı çıkıyorum. Zaten artık yaşlandım, mülakat yapmayı da hiç sevmem. Çünkü bir şey oldu...” diyerek düşünce ve tespitlerinden dolayı adeta ‘linç edilme’ şeklindeki aşırı tepki gösterilmesinden dolayı çekindiğini ima eder. Zira ülkesine ve milletini seven bir entelektüel olarak çözüm önerilerini sunduğu bir söyleşiyi, ‘tam bir suikast gibiydi’ sözleriyle acı bir hatıra olarak değerlendirir.
Üniversitede bir hoca olarak Nur Vergin’in öğrencileriyle ontolojik bir ilişkisi vardı. Hoca ile öğrenciler arasındaki bu sıcak iletişim, onların dersi anlamadıklarında Nur Vergin hocanın ‘Ne o öyle lodos yemiş baygın balık gibi bakıyorsunuz bana’ sözleriyle daha samimi bir havaya bürünür.
1979 yılında öğrenci olaylarında sağ ve sol öğrenciler
arasındaki arbede ve kavgayı durdurur. Onları göz altına almaya gelen
sıkıyönetim jandarmalarına teslim etmez. ‘Hadi barışın’ diyerek aralarında bir
uzlaşma sağlar. Selimiye Sıkıyönetim Kışlasına götürülmelerine izin vermeyen
Nur Vergin Hoca, Marmara’dan tekrar İstanbul Üniversitesi’ne döndüğünde ‘siz
gerçekten öğrencileri sıkıyönetime göndermediniz mi?’ diye soran öğrencilerini
tatlı bir anı olarak hatırlar. Devamında o sözleri ekler: “Çünkü o sınıftakiler
bir alt sınıftakilere anlatmış, onlar da kendi altlarına ve namım yürümüş.
Hocalığı çok severek, kendimden çok vererek yaptım.”
Özgürlükçü ve toleranslı Nur Vergin, 2005 yılındaki
televizyon tartışma programında liberal düşünce adamı Atilla Yayla’nın
başörtüsünün devlet dairelerinde serbest olması teklifine itiraz ederek sınırlı
bir hürriyeti savunur. N. Vergin için ‘hizmet alan’ ve ‘hizmet veren’ ikilemi,
‘mahalle(ler)’ arasındaki yalnız entelektüel duruşu ifade etmektedir. Ona göre
“başörtülü kadınlar
üniversiteye girebilmeli ama hâkim-savcı olması yasak olmalı çünkü kamusal alan
nötr bölge olmalı”dır. Yine de her şeye rağmen o, Cumhurbaşkanının ‘eşinin
türbanlı olmasının ortamı yumuşattığını’ söylemekten kendinizi alamaz.