Özgürlük ve sivillik zemini
Tunus’ta Cumhurbaşkanı tarafından yapılan
darbe ve meclisin askıya alınması, Türkiye’de zihniyeti sivillik, özgürlük ve toplumun
kaderini belirlemesinden yana olanları
olmayanlardan yaptıkları yorumlarla pozitif olarak ayrıştırdı.
Gannuşi’nin bu darbeye itirazını siyasal İslam çerçevesinden negatifleyen bir
dil de kendisini göstermeye başladı.
Bu tür sivillik ve özgürlüğe karşı çıkan
tavırların en önemli problemi bir ilkelerinin olmayışıdır. İnsanların farklı
görüşleri olabilir. Ancak Tunus’ta meclisin işlemesi, en azından demokratik
yolla seçilmişlerin siyaset yapmalarının önünün açık olması demektir. Kimi
solcuların Gannuşi üzerinden bazı kavramların negativitesini kullanarak
ilkesizliğe onay vermeleri söz konusu olmuştur.
İkincisi, bu solcuların Gannuşi ve
fikirlerini bilmedikleri anlaşılmaktadır. Çünkü Gannuşi Türkçe’ye de çevrilen
kitaplarında özgürleşme, sivillik üzerinden bir siyaset ve toplumsallık inşası
yapmaya çalışmaktadır. Gannuşi’nin devam ettirdiği Nahda Hareketi dini bir
mezhep ya da cemaat olmayıp siyasi bir harekettir. Elbette siyasi bir hareketin
siyasi talepleri olacaktır. Gannuşi’nin Tunus’un sivilleşmesi ve özgürleşmesi
için siyaset yapma tarzı da, en azından
savundukları açısından tutarsızlık göstermemiştir.
Tam da bu noktada siyasal islam kavramı
üzerinde biraz durmak gerekmektedir. Aslında bir yandan zihni bir ayrıştırma
kategorisi olarak duran siyasal islam kavramı, diğer yandan özellikle son 40-50
yıllık zaman diliminde bir siyaset etme tarzını da ifade etmektedir. Öncelikle
İslam insanı kuşatıcı bir din olarak kendi inananlarında bir dünya görüşü
oluşturur. Esasen bunu bütün ideolojiler de yapar. Bir dünya görüşü olarak
İslam, Tanrı, insan ve evrene dair genel perspektifini kendi referanslarında
sunmaktadır.
Elbette İslam’ın kapsayıcı bir dünya görüşü
sunması, bütün tikellikleriyle siyaset, ekonomi, kültürel vb. alanları temellük
etmesi değildir. Bunun anlamı; İslam’ın kendi ilkeleri çerçevesinde zamanın
değişen siyasetleriyle bir şekilde etkileşimde bulunabileceğidir. Aynı şey
ekonomi için de geçerlidir. Yoksa tek başına siyasal islam ya da ekonomik islam
gibi kategorik ayrıştırmanın dış dünyada karşılığı yoktur.
Bu bağlamda insan iradesi, özgürlüğü ve
sivillik temelinde bir siyaset İslam’ın da temel hedeflerindendir. Ancak bu
zamana kadar kimi müslümanlar bu ilkelere yer vermek yerine “İslam’da şu yok”
tarzındaki reddiyelerle otokratik yönetim biçimlerini İslam adına onaylamaya
başladılar. Böyle bir teorik ve pratik boşlukta, müslüman toplumlarda otokratik
yönetimlerin durmadan boy göstermesi söz konusu olmuştur. Nitekim Saddam
Hüseyin’den Zeynel Abidin B. Ali’ye, Arabistan ve Mısır pratiklerine baktığımız
zaman bunları görmemiz zor olmaz. Dolayısıyla şu anda müslüman toplumların ve
halkların özgürlük, sivillik ilkeleri üzerinde yükselen, İnsan haklarına
saygılı, hukukiliği sağlamış bir toplumsal yapıya ihtiyaçları vardır.
Bu ilkelerin siyaset yapma tarzı açısından
karşılığı, insan ve devlet arasındaki ilişki söz konusu olduğunda insandan
devlete (literatürdeki ifadesiyle aşağıdan yukarıya) doğrudur. Bunun anlamı;
insanların özgürlükleri ve sivil taleplerini koruyarak ve bunu sağlayacak
kültür üreterek bir devlet anlayışını inşa etmektir. Açıkçası müslümanlar bu
zamana kadar söylemlerinde özgürlük ve sivilliğe merkezi bir verirken, siyaset
pratiklerinde yukarıdan aşağı siyaset tarzını uygulamışlardır. Siyasal islam
kavramsallaştırması bu siyaset biçimini ifade etmek üzere de kullanıldı. Öte
yandan neo-selefi hareketler de otokratik bir yönetimden başkasını önermiyor ve
geleceğe ümit vermiyor.
Tam da bu sebeplerle özgürlük ve sivillik,
sağlıklı bir siyaset anlayışı için temel bir zemini teşkil etmektedir.