Dolar (USD)
34.42
Euro (EUR)
36.27
Gram Altın
2834.30
BIST 100
9389.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
15 Kasım 2024

​ÖZGÜRLÜK VE BARIŞ FELSEFESİ

Her birey, doğal olarak özgürlük hakkına sahiptir. İnsan olmak, özgür olmaktır. Özgürlüğün ihlal edilmesi, bireyin insanlığının ihlal edilmesidir. Her birey, özgürlüğünü ve insanlığını gerçekleştireceği uygun sosyal, siyasal, manevi ve kültürel şartlar içinde yaşama hakkına sahip olmalıdır. Kişinin özgür insan olma hakkını reddeden ve güvenliğini tehlikeye düşüren her türlü girişim, barışı, özgürlüğü ve birey olmayı ortadan kaldırmayı veya zayıflatmayı amaçlayan tehdit ve tehlikedir.

Dışarıdan hiçbir güç, bireye nasıl yaşayacağına, nasıl mutlu olacağına, onun için en doğrunun ne olduğuna dair bir baskıda bulunamaz. Kişinin istediği şekilde kendine uygun bir iyi ve doğru anlayışı oluşturması ve bu oluşturulan anlayış çerçevesinde kendisine uygun yaşam tarzını yaşaması özgürlüğü vardır. Özgürlük, hayata ve insana dair her şeyin temelidir. Kişinin kendisinin uygun gördüğü hayatı yaşaması için dışsal güçler tarafından baskıya ve müdahalelere maruz kalmaması gerekmektedir.

Bireysel, kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasal haklarımız diğer insanların özgürlüklerini ihlal etmiyorsa, onlar hak olarak nitelenebilir. Kendi kültürel ve sosyal kimliğimizi tek hakim doğru kabul edip, diğer insanların sosyal ve kültürel özgürlüklerinin baskı altına alınması ve inkar edilmesi, özgürlüğü ve barışı ortadan kaldıran yapısal şiddettir. Haklarda ölçü, diğer insanların özgürlüklerinin ihlal edilmemesidir. Farklı olanın varlığını ve özgürlüğünü tanımayan ve inkar eden otoriter, hegemonik ve totaliter bir yaklaşım, hiçbir şekilde özgürlükle ve barışla bağdaşmamaktadır.

Kendisini devletin sahibi olarak görenlerin veya devleti kendi mülkü olarak vehmedenlerin barış yapması ve insanların özgürlüklerinin güvenliğini sağlaması mümkün değildir. Devlet, özgür insanlardan oluşan bir topluma dayanan bir yapı olarak anlaşıldığı zaman, barış ve özgürlük konusunda ilerlemeler sağlanabilir. Kendilerini devletin sahibi olarak görenler için tek amaç, iktidarlarını korumak, kalıcılaştırmak ve genişletmektir. Bireyler topluluğunun oluşturduğu bir yapı olarak görülmediği zaman devlet, gücü eline geçiren kişilerin ve grupların hakimiyet mücadelelerinde bir oyuncak olmaktan öteye geçmemektedir. Özgürlük ve barış açısından devletin nasıl tanımlandığı ve devletin sahibinin kim olduğu sorusu büyük önem taşımaktadır. Kendilerini doğal olarak devletin sahibi olarak görenlerin hukuk, barış ve özgürlük adına söyledikleri her şey yalandır, aldatmacadır ve sahtekarlıktır. Hiçbir kişi, parti veya grup, devletin sahibi olma hakkına ve ayrıcalığına sahip değildir. Devletin sahibi, bütün toplumdur.Barış, ancak bütün toplumu devletin sahibi yapmakla gerçekleşir.

Bireylerin barış ve özgürlük içinde birarada yaşamaları için adalet açığının ve açlığının olmaması gerekmektedir. Sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik açılardan mağdur edildiklerini ve zulme maruz kaldıklarını düşünen kişilerin ve grupların olduğu bir toplumda, barış ve özgürlüğün gerçekleştirilmesi zordur. Barış ve özgürlüğün inşası için insanların şikayet ettikleri adalet açığının giderilmesi ve insanların adalet açığının doyurulması gerekmektedir. Adalet açığı çatışma ve baskının sonucudur. Barış ve özgürlük, bütün toplum için eşit düzeyde adalet açlığını doyuracak politikaları ve uygulamaların yürürlüğe konmasını gerektirmektedir.

İnsanların hayatını karartan bütün kötülüklerin anası, savaş ve şiddetin bütün türleridir. Savaş ve şiddet, sadece fiziksel değil yapısal bir olgudur. Savaşı ve şiddeti yapısal bir olgu olarak ele almadıkça, militarism, milliyetçilk, hakimiyetçilik ve devlete sahip olma sapkınlığından kurtulmadıkça insanların özgürce ve barışçıl bir şekilde yaşayacağı bir toplum haline gelmek mümkün değildir.Barış ve özgürlük, sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik hayatın oluşturulmasında hep düzenleyici temel, ilke ve değer olarak ele alınmalıdır. Barışı gerçekleştirmek, tek bir kişinin ve grubun görevi değildir. Barışı gerçekleştirmenin herkesin görevi olduğu şeklinde bir bilinç ve farkındalık düzeyinin oluşturulması, insani toplum olmak için vazgeçilmez bir gerekliliktir.