Dolar (USD)
35.15
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2964.56
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
09 Şubat 2015

Özgür, istikrarlı ve güçlü bir Türkiye için başkanlık sistemi

Türkiye, neredeyse 30 yıldır başkanlık sistemini tartışıyor. Bu tartışmanın önemli nedenlerinden biri; mevcut parlamenter sistemin kuvvetler ayrılığı ilkesini tam anlamıyla hayata geçirememesidir. Koalisyon hükümetleri döneminde yürütmenin, güçlü hükümetler döneminde de yasamanın engellendiği birçok örnek var. Diğer taraftan Türkiye'deki mevcut parlamenter sistemde güçlü hükümetlerin TBMM'nin şefi gibi işlev gördüğü gerçeği ile karşı karşıyayız. Burhan Kuzu'nun ifadesiyle asıl diktatörlüğe yatkın sistem mevcut parlamenter sistemdir. Amin Maalouf "Ölümcül Kimlikler" adlı kitabında 'Demokrasilerde kutsal olan mekanizmalar değil değerlerdir' der. Tüm yetkilerin başbakanın elinde toplandığı parlamenter sistemi kutsallaştırmamak gerekir. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin hayat bulduğu, daha şeffaf daha demokratik daha özgür en önemlisi de parlamentoyu daha etkin ve işlevsel hale getirecek bir sistemi neden gözlerimizi kapatalım.

Bugün 'CHPMHP' partisinin başını çektiği bir kesim tam da bu noktada başkanlık sistemine karşı çetin bir savaş açmış durumda. Mevcut sistem en çok kendilerine zarar vermesine ve önlerini tıkamasına rağmen başkanlık sistemine ezber laflarla muhalefet etmektedirler. Onlara göre başkanlık sistemi diktatörlüğe, tek adam yönetimine yol açacak olan bir sistem. Bir kesime göre de ileriye dönük eyalet sistemini de beraberinde getireceğinden bu sistem aynı zamanda bölücü bir sistem! Bilmeyen de muhalefetin ülkenin en özgürlükçü, en demokrat en barışçı, bireysel özgürlüklerin teminatı bir kesim olduğunu zanneder. Kasıtlı olarak Güney Amerika ülkelerinden örnekler veriliyor. Oysa Güney Amerika gibi ülkelerde her darbe sonunda ortaya çıkan başkanları başkanlık sitemiyle bağdaştırmak çok yanlıştır. Çünkü o tür sistemler başkanlık değil başkancı sistemlerdir. Yani gücün hukukta tecelli ettiği ceberut devlet anlayışının bir tezahürüdür. Bunun için Güney Amerika ülkelerinden örnekler vermeye bile gerek yok. Daha yakın bir zamanda bir örneğini de biz yaşadık.12 Eylül darbesini yapan cuntacılar Milli Güvenlik Konseyi'ni aynı zamanda başkanlık sıfatını da vermişlerdi. Konsey Başkan ve üyeleri 18 Eylül 1980 tarihinde yemin etmişlerdi. Bakın o gün Kenan Evren devlet başkanı sıfatıyla yemin etmişti;

"Devlet Başkanı, Milli Güvenlik Konseyi ve Genelkurmay Başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin içinde bulunduğu bütün sorunları, Atatürk ilkelerine bağlı kalarak, adalet, hukuk ve insan hakları prensiplerinden ve vicdani kanaatlerimden başka bir tesir altında kalmaksızın ve hiçbir karşılık beklemeksizin çözümlemek amacıyla kendimi Türk milletine adadım."

Milli Güvenlik Konseyi'nin aldığı ilk kararlardan biri de 20 Eylül 1980'de deniz kuvvetleri komutanlığından ayrılan Bülent Ulusu'yu başbakanlığa atamak olmuştu.

Oysa bugün Türkiye'de konuşulan başkanlık sistemi başkanın ve meclisin halk tarafından seçilecek olduğu yani tek yetkinin halkta olduğu bir sistemdir. Burada halkın oylarıyla seçilecek iki güç oluşuyor. Koalisyona hiçbir şekilde meydan verilmeyen bu sistemde kuvvetler ayrılığı ilkesi de hayata geçirilmiş oluyor. Bu sistemde başkanın ve meclisin görevleri net olarak belli. Parlamentonun görevi yasa yapmak başkanın görevi ise yasaları uygulamak. Burhan Kuzu'nun ifadesine göre evet, burada başkanın yetkileri var ancak meclisle iyi geçinmesi kaydıyla. Başkanın meclisi feshetme yetkisi olduğu gibi parlamentonun da başkanı görevden alma yetkisi bulunmaktadır. Ne var ki her iki durumda da hem meclis hem de başkan yeniden seçime gitmek zorunda. Yani siyasetin tıkandığı durumlarda gidilecek yer belli; halk. Peki, bunun neresi diktatörlük?

Mesele şu;

Türkiye yıllardır mahku00fbm olduğu dar, vizyonsuz, tekçi yapı ve sistemlerden yavaş yavaş kurtularak geleceğe dönük ürettiği sağlam politikalarla küresel bir devlet olma yolunda adım adım ilerlemektedir. Kuşkusuz bu muhalefete göre arzu edilen bir şey değil. Yıllardır en temel insan haklarını bile resmi ideolojiye engel teşkil ettiği gerekçesiyle engelleyen sürekli insanı kısıtlayan bu dar, ufuksuz, vizyonsuz kesime göre ülkeyi nefes aldıracak, önünü açacak hemen her yeni adım gereksiz ve anlamsız. Bu yüzden CHP 'biz olduğumuz sürece başkanlık sistemi gelmeyecektir' diyebiliyor. Biz de diyoruz ki; artık isteseler de istemeseler de yeniliğe alışacaklar. Türkiye bu dönemde mutlaka başkanlık sistemine geçmelidir. Halkın iktidarlığını sembolize eden yeni bir anayasa da mutlaka hayat bulmalıdır. Yeni, özgürlükçü, adaleti ve hukuku herkes için tesis eden bu anayasada tüm farklılıklar kendini bulmalıdır.

Yeni sosyolojiyle birlikte yeni bir siyasi ufuk gelişmelidir. Bu siyasi ufka mensubiyet duyanın etnik kimliğine, diline, inancına, mezhebine bakılmamalıdır. Temel hedef; ülkenin hemen her alanda kalkınması, daha özgür ve demokratik bir ülke olması yönünde olmalıdır. Yeni Türkiye her alanda yenileşmeye açık bir Türkiye olmalıdır. Başkanlık sistemi ve eyalet sistemi başta olmak üzere her yeni model rahatlıkla tartışılmalı ve öncelikle bu ülkede yaşayan insanlara sorulmalıdır. Kısacası hem içeride hem de dünyada etkin bir ülke olmak istiyorsak sürekli yeni anlayış ve modellerin peşinde koşturmalıyız. Eğitim sistemini de CHP'nin elinden artık kurtarmalıyız. Yeni nesillere bu ülkede her kesimle birlikte özgürce yaşamanın ne denli kıymetli bir değer olduğunu artık öğretmemiz gerekiyor. AK Parti ise özellikle bu dönemde etrafında çöreklenen çıkarcı kesimlerle değil gerçekten ülkesinin demokratikleşmesinde ve kalkınmasında çaba sarf edenlerle yoluna devam emelidir.

[email protected]

twiter.com/sivildemokrat