Özgür çoban
Bir yanlış davranış neden yığın tarafından ve aynı anda yapıldığında dikkat çekiyor? Yoksa yalnız başına ve tek tek yaşanırken yanlış olmaktan çıkıyor mu?
Nasıl yani? Toplum tarafından yapıldığında yanlış olan tek tek yapıldığında doğru mu oluyor?
Yanlış yanlışsa her zaman yanlış değil midir? Bireysel olarak işlenirken de yanlış olma, suç olma özelliğini koruyor olmalıdır.
Bunu neden söylüyor ve emin olmak için aynı anlamı evirip çeviriyorum?
Bireysel yamukluklarımızı fark etme refleksimizi kaybettiğimiz için topluca yanlış yapmaya cüret ettiğimizi bize sergilemek için. Üstelik bununla kalmayarak ancak bu gibi durumlarda yanlışın yanlışlığını en nihayet teslim eden, bir zahmet topluca dillendiren bir toplum olageldiğimizi esefle konuşmak için.
Bize ne oldu? Arabesk sorusu kabak tadı verdi. Bize ne olmadı ki?!..
Kendi kendimizi övüp durmaktan, milli ve yerli egomuzu kabartıp durmaktan oturup soğukkanlılıkla kendimizi yerememiş, nefsi-nüfusu sorgulamamış, soğukkanlı ve eleştirel bir gözle kendimizi gözden geçirememiş bir toplumuz. Doğrularda ayrı ayrı yerlerde veya nerede olduğu belli olmayan, yanlışlarda hep birden birleşen, heyecanlı sloganlarla nefsini şımartan bir toplumuz.
Fakat kabul edelim; çok misafirperveriz. Vallahi. Kendimize yabancılaşmış olsak ta yabancılara karşı çok kendimizizdir. Bizim ülkemizde yabancı olmak yerli olmaktan daha eyicedir. Biz bizi sevmeyiz. Biz bizi sloganda sever, över gürültü kesilir kesilmez birbirimizin altını oymaya gideriz. Öyle olacak zağar. Biz bizi doğrularda unutup gitsek te, yanlışlarda birlik ve beraberlik içinde yaşamayı iyi biliriz.
Ne zaman silkineceğiz bilmiyorum. Fakat musibet beklemeye gerek yok. Toplumsal ahlâksızlıklarımız kendi emeğimizle yapıp ettiğimiz son derece yerli ve milli bir musibet.
Diyorum ki her kişi, er kişi topluma çıkmadan önce kendisine sadece imaj bakımından değil, kişilik bakımından da bir çeki düzen versin. Ki sokak güzelleşsin. Mahşerimiz aydınlık olsun. Sessiz, mütevazı, kendinden emin, sükunet deseni kendinden, kumaşı güvenilirlik olan bir toplum… Olalım. Diyorum.
Bu sebeplerle; sosyoloji toptancılığını bırakıp, bir kitle sosyolojisinden önce, -kendini güdebilen, siyaset edebilen şahsiyeti nasıl oluşturabiliriz?- mevzusu ele alınmalı ve bu konu üzerinden var oluşumuzu irdelemeye aralıksız devam etmeliyiz. Kendimize ait sorunları tespit etmemiz için illa kötü günleri beklememeliyiz. Hatta şöyle diyelim. Bu tip sorunları tespit etmeyi bırakıp, bugünden itibaren, artık, bir zahmet yaşamamak için gerekli tedbirleri almalıyız. Acilen…
Bütün toplumsal infialler, taşkınlıklar sakinken, iyi kötü huzur içindeyken; ya halkı oluşturan halkalarda var olan kişilik-kimlik sorununun, bir yaralar zincirinin görmezlikten gelinişinden ya da büyük muhatap devletin kendine yakışan bir cevapla zamanında dönememiş olmasındadır.
Tek başına iken insan haysiyeti için sorun olan her şeyin, toplu halde daha büyük bir sorun yumağı olacağı hepimizin malumu. Diğer yandan toplu halde, göz göre göre, hep beraber, anlaşılmaz bir coşkuyla gerçekleştirilmiş ahlaki bir sorun, tek başına iken çözülmemiş kişisel bir problemin topluma mal olmuş halidir. Sokağa çıkmadan önce evin, daha önce insanın, daha da önce kalbin içine bir göz atılmalıdır.
Kalbi selim sokağa da selametini çıkarır.
Bir akıllı uslu, iyi beslenmiş, susturulmuş bir vatandaştan bahsetmiyorum. Kendisini yönetebilmiş güçlü ve özgür bir çobandan bahsediyorum. Toprağının, göğünün, emeği ve efkarının başında bir şahsiyetten bahsediyorum.
Sanırım en büyük meselemiz, sakin, görünürde sorunsuz olan zamanlarımızı sorumsuz zamanlar olarak yaşama alışkanlığımız. Her şey yolunda iken biz, insan olarak yolumuzda mıyız? Sorusunun daima ertelenmesidir.
O yüzden olağanüstü durumlarda bütün insani eksikliklerimiz gün ışığına koşuyor.
Sıradan günlerimizin vazgeçilmez ve bireysel bir arınma etkinliği olabilir; gün ışığını pek sevmeyen böceklenmelerimiz, gizli psişik kirlerimizle ilgilenmek. Oturup kendini ayıklamak… Taş kalbini, pirincinden.