ÖZGÜR BENLİĞİN ŞAİRİ: İKBAL
Modern dönemde Müslüman coğrafyasında yetişmiş en önemli şair ve mütefekkirlerin başında Muhammed İkbal (1873-1938) gelmektedir. Muhammet İkbal’i (21 Nisan 1938) 83. ölüm yıldönümünde anıyoruz. İkbal’in şiir ve düşünce dünyasını anlamak, içinde bulunduğumuz durumun çürümüşlüğünden, tükenmişliğinden ve sığlığından çıkmak için zorunlu bir gerekliliktir.
Şair ve
mütefekkir olan İkbal, aktif olarak siyasetin içinde bulunmuştur. İkbal,
Müslüman Ligi Kongresinde Hint alt kıtasında Müslümanların bağımsız bir devlete
sahip olması gerektiği fikrini ilk ortaya atan kişidir. İkbal, Kongrede bu
fikrini açık bir şekilde ortaya koymuştur: “Hindistan’ın kuzeybatısında yaşayan
Müslümanların bağımsızlığı kaçınılmaz, nihai bir kaderdir!” İkbal, ortaya
koyduğu bu siyasi vizyonla Pakistan’ın kuruluşunun yolunu açan öncü kişilik
olarak karşımıza çıkmaktadır. İkbal, hiçbir zaman siyaseti zenginleşmenin, güç
elde etmenin ve çıkar elde etmenin yolu olarak görmemiştir. İkbal, yolsuzluğa,
hırsızlığa, çıkarcılığa, sahtekarlığa, Şark kurnazlığına ve dalkavukluğa
bulaşmadan duyarlı, duygulu ve düşünceli bir biçimde siyaset yapılacağının somut
bir örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Duyarlı, duygulu ve düşünceli bir
şekilde devlet yapısı ortaya koyan şairlerin aksine politikacıların
hırsızlıklarıyla, yolsuzluklarıyla, ahlaksızlıklarıyla ve hukuksuzluklarıyla
devletleri öldürdüklerini şöyle ifade etmektedir: “Devletler şairlerin kalbinde
doğar, politikacıların ellerinde büyür ve ölürler.” Ahlak, hukuk, barış ve
refahın gelişmesi için siyaset yapan İkbal, sahih ve sahici anlamda siyasetin
ne olduğunu veciz bir şekilde ifade etmektedir: "Siyaset; çalışmak, izzet
ve şerefe davet etmektir."
İkbal,
insanın özgür, onurlu ve yaratıcı bir ben bilincine sahip olmasını, düşünce
sisteminin ana konusu haline getirmektedir. İkbal’in düşüncesinde ana kavram
‘ben’dir (hodi). Onun ifadesiyle, “Varlığın her şekli benlikten eser/ Gördüğün
şey, benliğin sırrıdır meğer.” İkbal’e göre, her insan, özgür ve onurlu gelişimci
bir benliğe sahip bir bendir. Allah ve insan, karşılıklı olarak birbirlerinin
benleriyle ilişki kurma ihtiyacındadırlar: “Allah’tan benlik iste, benlikten
Allah iste.” İkbal, Allah’ı Mutlak Ben olarak görmektedir. İkbal’e göre
Allah-insan ilişkisi, iki yaratıcı benlik arasında gerçekleşen, özgür, dinamik
ve yenileyici bir ilişkidir. İkbal, gerçek ben olmanın yolunun taklitten değil
yaratıcılıktan geçtiğini ifade etmektedir: “Taklitle kendi benliğini harap etme/
Onu koru zira benlik yegane cevherdir.” İkbal, gelişimci bir hayatın kaynağının
kadın olduğunu ifade etmektedir: “Kadın hayat ateşini muhafaza eder/ Onun fıtratı
hayatın esrarının levhasıdır/ Onun cevheri, topraktan insan yapar/ Yüceliğimiz
onun yüksekliğindendir/ Biz büsbütün onun nakşettiği nakışlarız.”
İkbal,
içinde bulunduğumuz dini durumu, Allah-insan ilişkisinin sahih, sahici,
dinamik, onurlu ve özgür nitelikleriyle bağdaştırmamaktadır. Yobazlığın,
cehaletin ve fanatizmin dini ve insanı esir alarak derin bir çürümüşlük hali
oluşturmasını sürekli olarak eleştirmektedir. İkbal, yobazlık ve fanatizmin
dini ve insani durumumuzda meydana getirdiği çürümeyi bütün boyutlarıyla
radikal ve sarsıcı bir şekilde eleştiriye tabi tutmaktadır: “Hakk'ın dini, kâfirlikten
daha kötü bir adla anılır oldu; çünkü molla, kâfir üreten bir mümindir. Bizim
gözümüzde çiğ damlaları deryaya dönüşüyor; mollanın gözünde ise bizim deryamız
bir çiğ damlasıdır. Bu din satan adamın hileleri yüzünden Cebrail'in bile
inlediğini gördüm. Onun gönlü, hakikate göklerin ötesine kadar uzaktır.
Peygamber'in dininden onun nasibi yoktur. Yıldızları olmadığı için onun göğü
simsiyahtır. Görgüsü azdır onun, zevksizdir o, gevezedir. Ümmet onun
lakırdıları yüzünden parça parça oldu. Medrese ve molla ile Kuran'ın sırları
arasındaki ilişki, kör doğmuş biri ile güneşin ışıkları arasındaki ilişkiye
benzer. Kâfirin dini, savaş planları yapmaktır, mollanın dini ise ‘‘Allah
yolunda’’ diyerek fesat çıkarmaktır.” ‘‘Mollanın tabiatında çekişme ve safsata
esastır. Onun görevi milletlere ve dinlere pislik bulaştırmaktır.” ‘‘Mollanın
cenneti şarap, huri ve oğlandır; hür benliklerin cenneti ise sürekli yürüyüştür.’’
‘‘Mollanın namazında Hakk'ın ne celali vardır, ne de cemali. Mollanın ezanı
bize seher vaktini bile bildirmez.’’ ‘‘Gel, bu ümmetin işini bir yoluna
koyalım. Kentin mescidinde öyle bir haykıralım ki, mollanın göğsündeki yürek erisin!’’
İslam, mollacılık ve softacılık değildir. Fıtrat dini İslam, Mutlak Ben ve
İnsani Ben arasında gerçekleşen ilişki sonucunda ortaya çıkan özgürlük,
dinamizm ve gelişimciliktir.
“Atalarım Brahmandı. Onlar ömürlerini Tanrı'yı araştırarak geçirdiler. Bense ömrümü insanı araştırarak geçiriyorum” diyen İkbal, insanın evrenden bile daha büyük olan sınırsızlığını şöyle ifade etmektedir: “İnsana sığabilene evren, evrene sığamayana insan derim.” İnsaniyetçilik olarak niteleyebileceğimiz özgür, onurlu ve gelişimci bir insan felsefesi ortaya koyan İkbal’i saygıyla ve rahmetle anarken hayatın ve benliğin yenilenme olduğu şeklindeki mesajını idrak etmeyi diliyorum: “Yaşamak her an bir inkılabdır/ Çünkü bu bir alem aramaktır/ Ben'i bulmamak, var olmamak demektir/ Hayat sıdk-ı vefadır, hayat neşvünemadır/ Koş ezelden ebede, hayat mülk-ü Hüdâdır.”