Özal Modeli
Hukuk ve adalet devleti ayakta tutan en kuvvetli dayanaktır. Bu dayanaktan mahrum kalan bir yapı, çürümeye, gevşemeye ve çatırdamaya mahkumdur. Hukukun üstün olmadığı yapılarda güç galebe çalar, gücün keyfiyete dönüştüğü yerde ise hukuksuzluk başlar. Kural, kanun, hak, hukuk tanımadan atılan her adım gün gelir, sahibine geri döner. Hukuksuzluk adaletsizliğin ikiz kardeşidir. Hukuk ve adalet gibi. Her ikisinin varlığı da yokluğu da devletlerin ve milletlerin hayatında kritik öneme haizdir.
Devlet mekanizmasının en temel dayanak noktası hukuktur. Bu
mekanizma belirlenmiş sınırlar dahilinde hareket etmek zorundadır. Devletin
hareket alanını belirleyen en temel bağlayıcı ise Anayasa’dır. Anayasa’dan
sonra kanunlar gelir. Anayasa ve kanunlar devlet bürokrasinin keyfi
davranışlardan kaçınmasını sağlar. Devlet, gücünü elinde bulundurduğu meşru
şiddet tekelinden almaz. Gücünü hukuktan alır. Hukukun olmadığı yerde ise
şiddet devreye girer. Şiddet ise gücün keyfi kullanımından doğar. Devlet, gücü
keyfiyet dairesi içinde kullanan bir mekanizma değildir. Gücün doğru yerde ve
doğru zamanda kullanılması gerekir. Bunun sınırlarını da yine hukuk belirler.
Devlet dışındaki aktörlerin devlet mekanizması ve kaynakları
üzerinde etkili hale gelmesi ve kamu kaynakları üzerinde hak iddia edecek
şekilde hareket etmesiyle bu kaynakların gerçek sahibi olan milletin hukukunun
ayakta tutulması artık bir hayal haline gelir. Bilhassa sermaye ve siyaset
dünyası arasındaki örtülü ilişkiler bir süre sonra iktisadi kaynaklar üzerinde
sadece belli kesimlerin söz sahibi olmasıyla sonuçlanıyorsa bu, devletin kaynak
dağıtımında adaletten uzaklaşması anlamına gelir ki, iktisadi kaynakları adalet
terazisine uygun dağıtmak zorunda olan devlet hukuk dairesinin dışına çıkmış
olur.
Devlet bir yönüyle kaynak üreten ve kaynak dağıtan bir
müessesedir. Devletin kaynak üretmesi ve kaynak dağıtması ise belli kurallar
çerçevesinde işlemek zorundadır. Devletin kaynak toplama ve kaynak dağıtma
işlevi özel sektörün kendine has mantığı ile uyuşmaz. Devlet vergilendirme
yoluyla kaynak toplar ve yatırım yoluyla da bu kaynakları dağıtır. Yatırımlar
dışında devlet sosyal devlet vasfı taşıyorsa buna uygun olarak vatandaşlarına
doğrudan transfer yöntemi ile kaynak aktarabilir. Bu sadece devlet tekelinde
olan bir haktır. Bu hakkın keyfiyeti ise Anayasa ve yasalarla belirlenmiştir.
Benzer şekilde siyaset kurumu da kaynak dağıtma işinin
patronajını üstlenmiş bir yapıdır. Bu yapı kaynak dağıtımında adaleti gözetmek
ve iktidara geldiğinde herkesin ve her kesimin iktidarı olduğunu unutmamak
zorundadır. Sadece yapılacak yatırımlarda değil, doğrudan ve dolaylı
transferlerde de hukuk ve adalet prensibi işletilmek durumundadır. Aksi
taktirde hukuk dışı yollarla ya da meri hukukun etrafından dolanarak belli zümrelere
yapılacak sermaye ya da kaynak transferi devlet ve siyaset mekanizmasını
yaralar. Kendisine olan güvenin azalmasına sebebiyet verir. Hatta bu türden bir
davranış biçimi siyasi meşruiyetin sorgulanmasına kapı aralar.
Büyük çaplı kamu yatırımlarının finansmanında ve
neticelendirilmesinde alternatif finansman yöntemlerine başvurulması bugünün
şartlarında kaçınılmazdır. Devlet kendisinin sağladığı finansmanla işin teknik
kısımlarını dışarıya gördürebilir. Yani moda tabiriyle outsource yapabilir. Bu
özel sektörde de uygulanan bir yöntemdir. Yani elinizde olmayan (teknoloji,
personel, hammadde vs) kaynakları dışarıdan temin ederek bir projeyi
yönetebilir ve yatırıma dönüştürebilirsiniz. Büyük kamu yatırımlarının proje
finansmanında ise en uygun yöntemin ne olacağına yine devlet karar verir. Ancak
burada devletin bizzat yatırımcı olması durumunda yani kamu kaynağının herhangi
bir proje için kullanılmasında araya herhangi bir aracı konulmasına ihtiyaç
yoktur. Devlet işin bizzat fonlayıcısı olarak kendi kaynaklarından projeyi
fonlayabilir ve işi neticeye ulaştırabilir. Finansman problemi yaşanan noktada
ise devlet millete müracaat eder ve büyük çaplı projelerin fonlanmasını
milletten bekleyebilir.
Turgut Özal döneminde Türkiye’nin gündemine giren ve vatandaşı
büyük çaplı kamu yatırımlarına ortak eden kamu ortaklığı sistemi gerçekten de
akılcı bir yöntemdi. Gelir Ortaklığı Senetleri aracılığı ile büyük kamu
yatırımlarının finansmanı sağlanıyordu. Bu sistem Hazine tarafından artık bu
yönteme gerek kalmadığı gerekçesiyle maalesef 1999 yılında sona erdirildi.
Devlet kendi kaynaklarından karşılayamadığı ya da elindeki finansmanı daha
rasyonel alanlarda kullanmak istediğinde bu fon devreye giriyor ve büyük
projelere halk ortak oluyordu. Aynı sistemin bugün de uygulanıp
uygulanamayacağı tartışılmalı ve bu model güncellenerek uygulanabilirliği test
edilmelidir. Kamu kaynaklarının kullanımında ve adil dağıtımında bu türden
modellerin gözden geçirilmesi elzemdir.