Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
23 Şubat 2022

Özal Modeli

Hukuk ve adalet devleti ayakta tutan en kuvvetli dayanaktır. Bu dayanaktan mahrum kalan bir yapı, çürümeye, gevşemeye ve çatırdamaya mahkumdur. Hukukun üstün olmadığı yapılarda güç galebe çalar, gücün keyfiyete dönüştüğü yerde ise hukuksuzluk başlar. Kural, kanun, hak, hukuk tanımadan atılan her adım gün gelir, sahibine geri döner. Hukuksuzluk adaletsizliğin ikiz kardeşidir. Hukuk ve adalet gibi. Her ikisinin varlığı da yokluğu da devletlerin ve milletlerin hayatında kritik öneme haizdir.

Devlet mekanizmasının en temel dayanak noktası hukuktur. Bu mekanizma belirlenmiş sınırlar dahilinde hareket etmek zorundadır. Devletin hareket alanını belirleyen en temel bağlayıcı ise Anayasa’dır. Anayasa’dan sonra kanunlar gelir. Anayasa ve kanunlar devlet bürokrasinin keyfi davranışlardan kaçınmasını sağlar. Devlet, gücünü elinde bulundurduğu meşru şiddet tekelinden almaz. Gücünü hukuktan alır. Hukukun olmadığı yerde ise şiddet devreye girer. Şiddet ise gücün keyfi kullanımından doğar. Devlet, gücü keyfiyet dairesi içinde kullanan bir mekanizma değildir. Gücün doğru yerde ve doğru zamanda kullanılması gerekir. Bunun sınırlarını da yine hukuk belirler.

Devlet dışındaki aktörlerin devlet mekanizması ve kaynakları üzerinde etkili hale gelmesi ve kamu kaynakları üzerinde hak iddia edecek şekilde hareket etmesiyle bu kaynakların gerçek sahibi olan milletin hukukunun ayakta tutulması artık bir hayal haline gelir. Bilhassa sermaye ve siyaset dünyası arasındaki örtülü ilişkiler bir süre sonra iktisadi kaynaklar üzerinde sadece belli kesimlerin söz sahibi olmasıyla sonuçlanıyorsa bu, devletin kaynak dağıtımında adaletten uzaklaşması anlamına gelir ki, iktisadi kaynakları adalet terazisine uygun dağıtmak zorunda olan devlet hukuk dairesinin dışına çıkmış olur.

Devlet bir yönüyle kaynak üreten ve kaynak dağıtan bir müessesedir. Devletin kaynak üretmesi ve kaynak dağıtması ise belli kurallar çerçevesinde işlemek zorundadır. Devletin kaynak toplama ve kaynak dağıtma işlevi özel sektörün kendine has mantığı ile uyuşmaz. Devlet vergilendirme yoluyla kaynak toplar ve yatırım yoluyla da bu kaynakları dağıtır. Yatırımlar dışında devlet sosyal devlet vasfı taşıyorsa buna uygun olarak vatandaşlarına doğrudan transfer yöntemi ile kaynak aktarabilir. Bu sadece devlet tekelinde olan bir haktır. Bu hakkın keyfiyeti ise Anayasa ve yasalarla belirlenmiştir.

Benzer şekilde siyaset kurumu da kaynak dağıtma işinin patronajını üstlenmiş bir yapıdır. Bu yapı kaynak dağıtımında adaleti gözetmek ve iktidara geldiğinde herkesin ve her kesimin iktidarı olduğunu unutmamak zorundadır. Sadece yapılacak yatırımlarda değil, doğrudan ve dolaylı transferlerde de hukuk ve adalet prensibi işletilmek durumundadır. Aksi taktirde hukuk dışı yollarla ya da meri hukukun etrafından dolanarak belli zümrelere yapılacak sermaye ya da kaynak transferi devlet ve siyaset mekanizmasını yaralar. Kendisine olan güvenin azalmasına sebebiyet verir. Hatta bu türden bir davranış biçimi siyasi meşruiyetin sorgulanmasına kapı aralar.

Büyük çaplı kamu yatırımlarının finansmanında ve neticelendirilmesinde alternatif finansman yöntemlerine başvurulması bugünün şartlarında kaçınılmazdır. Devlet kendisinin sağladığı finansmanla işin teknik kısımlarını dışarıya gördürebilir. Yani moda tabiriyle outsource yapabilir. Bu özel sektörde de uygulanan bir yöntemdir. Yani elinizde olmayan (teknoloji, personel, hammadde vs) kaynakları dışarıdan temin ederek bir projeyi yönetebilir ve yatırıma dönüştürebilirsiniz. Büyük kamu yatırımlarının proje finansmanında ise en uygun yöntemin ne olacağına yine devlet karar verir. Ancak burada devletin bizzat yatırımcı olması durumunda yani kamu kaynağının herhangi bir proje için kullanılmasında araya herhangi bir aracı konulmasına ihtiyaç yoktur. Devlet işin bizzat fonlayıcısı olarak kendi kaynaklarından projeyi fonlayabilir ve işi neticeye ulaştırabilir. Finansman problemi yaşanan noktada ise devlet millete müracaat eder ve büyük çaplı projelerin fonlanmasını milletten bekleyebilir.

Turgut Özal döneminde Türkiye’nin gündemine giren ve vatandaşı büyük çaplı kamu yatırımlarına ortak eden kamu ortaklığı sistemi gerçekten de akılcı bir yöntemdi. Gelir Ortaklığı Senetleri aracılığı ile büyük kamu yatırımlarının finansmanı sağlanıyordu. Bu sistem Hazine tarafından artık bu yönteme gerek kalmadığı gerekçesiyle maalesef 1999 yılında sona erdirildi. Devlet kendi kaynaklarından karşılayamadığı ya da elindeki finansmanı daha rasyonel alanlarda kullanmak istediğinde bu fon devreye giriyor ve büyük projelere halk ortak oluyordu. Aynı sistemin bugün de uygulanıp uygulanamayacağı tartışılmalı ve bu model güncellenerek uygulanabilirliği test edilmelidir. Kamu kaynaklarının kullanımında ve adil dağıtımında bu türden modellerin gözden geçirilmesi elzemdir.