Öz Yurdunda Garip!
Necip Fazıl çok da haksız değilmiş. Gerçekten de bu toprakların gerçek sahipleri öz yurtlarında garip yaşamakta, hatta parya muamelesi görmektedirler. Üstelik bu yeni bir durum da değildir. Cumhuriyetin kuruluşundan beri ne yazık ki bu böyledir. Kurtuluş savaşında bütün kısıtlı imkânlara rağmen vatanını, ırzını, yurdunu, ailesini ve dinini muhafaza etmek için canını dişine takarak kadınıyla erkeğiyle mücadele eden Anadolu insanı sonraki süreçlerde öz yurdunda garip hale getirilmiştir.
Milli mücadele sonrasında
ülkedeki iktidar aygıtını ele geçiren bir takım kadrolar üniversitede,
bürokraside, basında, siyasette ve iş dünyasında belirlenmiş köşe başlarını
tutmuşlar, Hasolar, Memolar olarak gördükleri Anadolu çocuklarının etkili
yerlere gelmemesi için ellerinden geleni yapmışlardır.
Türkiye Cumhuriyeti devleti Türk
etnisitesi temeline dayalı, Sünni İslam’ı merkeze alan bir anlayışla kurulmuş
ancak her ne sebepten ise bu iki kimlik sadece nüfus cüzdanlarında taşınan
birer ibare olarak kalmıştır. Müslümanlık ve Türklük hedef alınarak her türlü
kültürel ve dini yozlaşmanın, yabancılaşmanın önü açılmış, bir zamanlar ülke topraklarını
işgal eden emperyalistlerin kültürel, hukuki, dini ve siyasi anlayışları bu
ülkenin hukuk düzeninin ve sosyal yapısının temel değerleri haline
getirilmiştir. Belki de dünyanın hiçbir yerinde buna benzer bir örneğe
rastlamak mümkün değildir.
Köken itibariyle Türk ve Müslüman
olmayan kadroların hareket kaynağı olan batılı normlar bütün topluma
yukarıdancı bir söylemle dayatılmış, jakoben bir anlayışla toplumun örf, anane,
kültür ve dil kodları ciddi şekilde tahrip edilmiştir. Üstelik bu sürece özünde
Anadolu mayası bulunan ancak sonradan beyni işgal edilmiş, kendi topraklarının
değerlerine yabancılaşmış kafalar da bu sürecin gönüllü hizmetçileri
olmuşlardır.
Müslüman Türklerin elinde kalan
son toprak parçasında ülkenin kurtuluşu için mücadele veren sıradan Anadolu
insanı bu süreçte alabildiğine aşağılanmış, değerleri ayaklar altına alınmış,
diniyle, diliyle, giyimiyle, kuşamıyla kısacası kendisini var eden her türlü
değerle alay edilmiştir. Sadece alay edilmekle kalmamış, kanun ve asker gücüyle
bu zorbalık desteklenmiş, Anadolu insanının ülkenin geleceğinde söz sahibi
olması engellenmiştir.
Bugün de durum çok farklı
değildir. Ülkenin iktisadi yapısında söz sahibi olan ve ülkedeki zenginliğin
büyük bir kısmını kendi arasında paylaşan azınlık, bürokraside kilit noktaları
ellerinde tutan seçkinci-elitist kadrolar, kültür ve sanat dünyasının patronu
olan anlayış, basın dünyasının ve akademinin bir kısmı hala aynı tavrı
sürdürmekte, kendilerini ülkenin gerçek sahipleri olarak görmekte, günden güne
toplumla kavgalı bir düşünce ve yaşam biçimini gerek basın yayın yoluyla
gerekse kapalı kapılar ardındaki karanlık merkezlerde dayatmaya devam
etmektedirler.
Seçim yoluyla iş başı yapan
hükümetlerin toplumla barışık durmaları, toplumun kendisinden bildiği kadroları
iktidara taşıması, sandıktan muhafazakâr, dindar siyasetçilerin başarıyla
çıkmış olması yukarıda çizdiğimiz tabloyu çok fazla değiştirmemektedir. Tabloda
kullanılan boya ve tuval başkaları tarafından temin edildiğinden tabloya
çizilen resmin ne olduğunun pek fazla ehemmiyeti olmasa gerektir. Kısacası
iktidarda kimlerin ya da hangi görüşün olduğunun çok fazla bir önemi olmamakta,
kurulu düzen ve kurucu felsefe her halükârda statükosunu korumaya devam
etmektedir.
Türkiye’nin temel meselesi
dışarıdaki düşmanların planları karşısında ne yapılacağının ortaya konulması
değil, temel sorun içerideki düşmanların, içerideki işbirlikçilerin, içerideki
hainlerin, içerideki yabancıların bu ülkeye verdikleri zararın enine boyuna
tartışılması ve imkân nispetinde önlerinin alınmasıdır. Esas mücadele
içeridedir. Bu ülkenin köşe başlarını uzun zamandır ellerinde tutanlar iktidar
gücünü seçilmişlerle paylaşmak istememekte, var güçleriyle direnmektedirler.
Sandıkla iktidara gelen ama bir türlü gerçek anlamda muktedir olamayan siyasi
kadrolar ise pes etmemeli, gerçek gündemlerinden sapmamalı, kısacası mal-makam
davasına düşerek bölünüp parçalanmamalı, geçici dünya menfaatlerine aldanarak
toplumun temel beklentileri karşısında zafiyet içerisine düşmemelidirler.
Halkın kendi elleriyle seçtiği ve iktidara taşıdığı kadrolar istikameti şaşırır ve gaflete dalarsa bunun bedeli çok ağır olur. Elinizde bulunan nimetler birer birer başkalarının eline geçer ve bir anda en korkunç silahlara dönüşerek namlular tekrar toplumun üzerine doğrulur. Allah muhafaza bunun hesabını ise ne dünyada ne ahirette hiç kimse veremez. Türkiye çok kritik bir eşikten geçiyor. Şimdi uyanma ve kendini sıygaya çekme, silkinme zamanıdır. Aksi taktirde iş işten geçmiş olacaktır. Bizden hatırlatması!